31 Mayıs 2012 Perşembe

Dönnis él Baurin: Ortaya Karışık

Dönnis él Baurin: Ortaya Karışık: Habercilik anlayışı artık normal insanlara da sıçramış. Olayları aksi tarfından bakıp değerlendiriyorlar. Yolda baygın birini gören "Türkiye...
  Farmakoloji çalışma zamanı!
  Bir bakalım ne durumdayım.
  3.sınıfın finallerinin başlangıcındayım. Mikrobiyoloji ve Biyokimya geçmiş. Etik sınavında sevgili Hakan Ertin hoca bana yardım etmiş (yihuuu). Şimdi Çekmeköy'deyim. Farmakoloji çalışmam gerekiyor yarın bütün gün. Ama ben hala Muse'dan Map of Your Head dinliyorum. Bu aralar çok sardığım bir şarkı. Daha yatsı namazını da kılmadım. Gecenin bu saatinde çok zor oluyor ya. Biraz da acıktım galiba. Sanırım bir muz kesecektir açlığımı. Sınavlardan sonra okuyacağım kitapları ve oynayacğım oyunları düşündükçe mutluluktan kanatlarım çıkar gibi oluyor (henüz çıkamadılar. Ama yakındır.). Hatta oyundan vakit kalırsa, org bile çalışabileceğimi düşünüyorum. Öyle özledim ki tuşlarına dokunmyı!
  Ne durummuş, ne özetmiş ama. Harika.
  http://fizy.com/#s/3wc2qt - Map of Your Head. Dinlemeyenin en sevdiği kalemi ona ihanet etsin ve silgisini de kandırıp evden kaçsın. Sonra o umursamasın yeni kalem almasın, ama yeni kalemi de kaybolsun durup dururken. Sonra yine kalem alsın, ama o da kaybolsun. Sonra bu işin sebebini merak edip, kaleme verici yerleştirsin. Sabah kalktığında, kalemini kayıp olarak gördüğünde (kayıp olarak görmek...) yüzünde hain bir gülümseme olsun. Hemen verici sinyallerini takip ederek Kabataş'a gitsin. Oradan Taksim funikuler'e binmek zorunda kalsın. Sinyalin Taksim / Burger King'in altında olduğunu öğrensin. İçeri müşteri gibi girip bir araştırma yapsın. İçeride "bir arkadaşa bakıp çıkanlar" dışında şüpheli bir şeye rastlamasın. Sinyalin, yerin fersah fersah dibinden geldiğini keşfetsin. "Acaba Dünya'nın öbür ucunda mı götürdüler bu kalemi? İşin içinde kimler var? CIA bu işin neresinde?" diye bir an düşünsün. Ne yapsam , ne etsem diye düşünürken, Selena'yı çağırsın. Ama Selena gelmesin, çünkü Selena gerçek olmasın. Onu da Burger King'den atsınlar, "deli midir nedir" diye. O da hemen yandaki işletmeyi bankadan aldığı kredi ile satın alıp boşaltsın (o, krediyi aldıktan sonra faizler yükselsin). Her gece orada gizli kazılar yapsın. Sabah da işine gitsin. Bu iş onda iyice saplantı haline gelsin. Artık her gece, karanlığın içinde, kazma küreğin dostluğu ile avutsun kendini. O kaleme uzun süre ulaşamasın. Sonra bir gün sert bir metale çarpsın kazması. Çevresini de kazdığında bir giriş ortaya çıkarsın. Çevreyi iyice araştırdığında , şifreli bir kapı olduğunu görsün. Şifre 3 haneli olsun. Hepsi de rakam... 000'dan başlasın denemeye, ama şifre 995 olsun. İçeri girince bir de ne görsün : içeride hamsterlar avuç avuç kalemi bir o yana bir bu yana taşıyorlar olsun. Meğersem , hamsterların aslında dünya egenmenliği planları olsun. Ama bunu uygulamak için karmaşık planlarını bizim üstümüde kullanıyor olsunlar. İhtiyaç duydukları metaryelleri, kendi endüstrileri ile üretip yorulmaktansa, onu bize ürettirmeyi planlamış olsunlar. Kendileri de evimizdeki yuvalarında yan gelip yatsınlar. Aslında endüstri devrimi adı altında ilk makineleri armağan etmişler bize, sonra da iş zamanla seri kalem üretimine gelmiş. Kalemlerin içindeki, içine mürekkep ya da uç konulan borucuklara ihtiyaçları varmış meğersem planları için! Biz, insanoğlu olarak da bunu farkedememişiz ama artık farketsek de çok geçmiş. Bunu farkeden ilk insan olan, bu şarkıyı dinlemeyen kişiyi de, orada hamsterlar alıkoysun. Onu bir odaya koyup, odanın içine de bir tekerlek koysunlar. O kişi de o tekerlek de koşsun dursun... Ama koşarken aklında tek bir soru kalsın : Peki silgimi ne yaptılar? Hamsterların insanoğluna ihanetini ve aldığı kredinin yükselen faizlerini psikolojik olarak atlatan "o", silgi sorusu yüzünden delirsin.

Bakış Açısı


26 Mayıs 2012 Cumartesi

Komik Bir Şeyler

  Öncelikle, şu resme bakmanızı istiyorum bir (haberi de okuyun) :
  Bir arkadaşın Facebook paylaşımı olarak gördüm bunu. Aslında Facebook'ta paylaşılan siyasi zırvalara hiçbir zaman kafayı takmam, çünkü çoğu anlık gazlanmalara gelip de yapılan şeylerdir. Bir şey görür arkadaşımız "vay anasını terbiyesizlere bak , herkese duyurayım! Paylaşmayan kalmasın! Paylaşmayan vatan haini olsun!" tarzında ehauh.
  Ama bu resimde gördüğüm ve altındaki haber, sanırım son bir yılda karşılaştığım en trajikomik meselelerden bir tanesi. Hala gülüyorum ne diyeyim. Bu yazıyı, lütfen bu habere özel zannetmeyin. Tüm TV, gazete, internet medyası haberlerine uyarlayabilirsiniz bunu ve rica ediyorum, lütfen hepsini okuyun yazının. (Hayır, siz okudukça para kazanmayacağım =P)
  Daha önceki yazılarımda da değinmiştim veya değinmediysem dile getireyim, insanları yönetmenin ve manipüle etmenin en kolay yolu nedir? Medya. Medya ile onlara istediğinizi zerk edersiniz. Zaten ideolojik maymunlar grubu, efendilerinin kendilerine her verdiğini (muzu) doğrudur diyerek alıp da, yutarlar çiğnerler. Hazmederler. Tamam , bunu yazdık bir köşeye. (Yazamıyorsanız kopyala yapıştır yapın ya da kafanıza kazıyın. Hayat çok daha güzel olacak o zaman.)
  Habere geçelim. Haberde deniliyor ki, bir tane din adamı kadınlara muz yemeyi yasaklamış da, yanlarında erkekler olunca yiyebilirlermiş anca,  Sonra da aşağıda, muhtemelen Arapların salaklığı, İslam dininin absürdlüğü hakında bir ton yorum gidiyordur. Onları okumadım, bir günde o kadar fazla aklı evvelin ellerinden çıkanı okumaya yetecek psikolojik sağlığım yok çünkü. Haberi internette arattırdığımızda (akıllı bir insan olarak her haberin kaynağının sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Tek kaynaktan gelen haberler, dediğim gibi, ideolojik ve yönlendirici olur, bu şekilde de sadece cahiller yönetilebilir. Okuduğu okul , çalıştığı kurumun bir önemi yok, aklı olan ama kullanmayan cahillerimiz de bol miktarda piyasada var.). Bizim türk medyamız dışında oldukça az kaynakta rastlıyoruz habere. O adı geçen gazetenin sitesi ise bu (isminin yanlış yazıldığına değinmiyorum bile) : http://assawsana.com/portal/pages.php?newsid=58893. Yüzeysel olarak da şunu görüyoruz : http://www.crescentpost.com/tag/el-senousa/ . Burada ise , beni şirazeden çıkaracak bir şey görüyorum : haberin tarihi 11 Aralık 2011. Bizim Türk haber sitelerine ise, daha yeni yeni "düşmeye" başlamış. Araştırmacı gazeteciliğin yeni bir formu olsa gerek.
  En sonda bir özet yapacağım ama, şunu göremiyor muyuz ey insanlar : Art niyet. Buradaki art niyeti göremiyor olmak için, tüm aklınızdan feragat edip, tüm gözlerinizi kapamanız (bilmeyenler için söyleyeyim : 2 tane. "3" diyenler çıkabilir. "Araplar tek gözü yasaklamış" diyenler çıkabilir.), üstüne de iki kulağınızı bir dal parçasıyla tahriş etmeniz, size bir şey anlatmaya çalışanların ağzını böceklerler doldurmanız gerekiyor. Anlatamam ki ben bunu, nasıl anlatayım. En iyisi alt alta dizeyim, okuyun bakalım neymiş.
  1-) Öncelikle adsız birinin yazdığı bir makale var ortada. İslam'da fikir ayrılığı olabilir. Ama makalenin isimsiz olması ve adı sanı duyulmamuş bir dergide yayımlanması, cahillerin dikkatini çekmiyor mu? Ki eminim ki , bu tip ayrıntılar bunu yayınlayan Türk gazeteciler için önemsizdir, art niyetin önünde duramazsınız. Tabi ki kaynak sorgulansa, sonunda şu siteye ulaşılabilir :http://goo.gl/wzGVp . Ama neden ulaşsın ki ya da neden oradaki bilgilerin hepsini koysun ki, cahillerin umrunda değil. Ver gitsin haberi. Maymunlar muz diye yutarlar onu.
  2-) Haberin tarihi. Bu konuya yukarıda değindim. 5 ay önceki bir haber ısıtıp sunmak var. Art niyet kokuyor yahu, bunun başka hiçbir izahı yok. B*k kokusuna benziyor hani. Almamak için burnunuzu da tahriş etmiş olak gerekiyor ehuah (Kulaklarına soktukları çubukları , burunlarında da kullanabiliyor bu insanlar)
  3-) Makaleyi koca bir millete atfetmek var ortada. O da çok komik yahu, zaten insanlar Arapları sevmiyor, ver gitsin gazı. Sonuçta : "Araplar bizi sattı, İngilizlerle ortak oldular. Hainler." Hıı tabi, hatta 1.Dünya Savaşı'nı kazanıyorduk da , Almanlar kaybetti diye kaybettik değil mi ehuah Güldürmeyin beni, bi' s*ktirin gidin. Herkes kendi özgürlüğünü kazanırken , Arapların da kendi mülklerini elde etmeleri kadar doğal bir şey olamaz. Kimse diğer balkan ülkelerine kızmıyor işin öteki tarafı... Ah cahiller ah! Nasıl da kanmışsınız, nasıl da kandırmışlar sizi, "Doğu kötüdür. Pis kokar onlar." diye. Canlarım benim, MEB müfredatını yalayıp yutmuşsunuz aferin. Beğendiniz mi muzlarınızı?
  4-) İşte burada durun ve nefes alın. Bu haberi yayan (o kolpa siteden alıp, sitesine koyan) bikyamasr sitesi, haberden bir süre sonra özür yayınlamış. Kısaca "Kaynağı belirsiz olan bu haberi yayınladığımız için çok çok çok çok çok özür dileriz." (Okumak isteyenler için : http://bikyamasr.com/50613/editorial-on-bikyamasr-coms-coverage-of-the-cucumber-sheikh/)

  Sanırım son madde, bizim sevmediğimiz insanların ne kadar adamakıllı gazetecilik yaptıklarını ortaya koyuyor. Oysa bizse (biz derken alınmayın, cahil ideolojik maymunları kastediyorum) her gelen muzu hop diye mideye indiriyoruz. Bizi yönlendiren gazeteler kimseden özür dilemiyor. Haber yayınlayıp, aklını b*k çukurlarında bırakan kesime daha fazla muz veriyor. Ağlamak istiyorum ama yapamıyorum. Çünkü çok komik. Çok.
  Ayrıca başta da belirttiğim gibi, sadece bu habere değil benim gülmem. Genel olarak tüm medya bu şekilde işliyor, cahiller böyle yönlendiriliyor. Lütfen, cahil olmayalım. Aklımıza hakim olalım. Hem böyle yapınca, başkasının akılsızlığına gülme hakkı doğuyor.
  Öfkem , kızgınlığım, hiçbir siyasi görüşe değil. Sadece medyaya ve medya muzlarını cup cup mideye indiren cahillere.

25 Mayıs 2012 Cuma

Belki de, o kadar da kötü değildir...

  En sevdiğim dersin Etik olduğundan bahsetmiştim yakın zaman içinde ("Nasıl Güzel Yazı Girişi Yazılmaz?"). Dersin ne kadar hoşuma gittiğini yalnız kalbime hapsetmeyeyim dedim, dersin hocası Hakan Ertin'e de açayım dedim duygularımı. Yazının eğer ilk cümlesini okumaz iseniz ortada yanlış bir şeyler döndüğünü düşünebilirsiniz. Ama merak etmeyin, dönen tek şey, içinde bulunduğunuz dünyadır bey ve hanımefendiler. Dediğim gibi, mail attım Hakan hocaya. Sonra da cevap geldi!!! Daha önce, hayatımda, akademik kariyeri olan hiç kimseye mail atmamıştım. Bir de atmışım, cevap gelmiş! Zihnimde nasıl barikatlar kurduysam artık hocalar ve öğrenciler arasında. Niye hep konudan sapıyorum ya? Tellere sarılan sarmaşık kadar bile iradeli değilim arkadaş, olaya bak.
  Velhasılkelam (yanlış yazdım) , bugün hem 3.sınfıın son dersi ve hem de Etik dersinin son saati olması ünvanını elinde tutan Etik dersine girdim (başka bir ders olmasını beklemiyordunuz herhalde). Ders çıkışı da gittim, hocayla tanıştım. Bir hocayla ayaküstü 2 -3 dakika sohbet ettim. Üstelik öyle normal bir adam da değil, ne bileyim, çok seviyorum bu adamı (inşallah görmez bunu ehuah). İçim dışım organik yapılar, hastalıklarla doluyken, kafamı çalıştırdığım tek ders etik. Tıbbi konularla ilgili, ama bir o kadar da evrensel bakış açıları ile olaya yaklaşabildiğimiz saatlerdi hepsi. Zaviyemiz bir hastanenin penceresi değil, beynimizin içindekiler, bize ait olan fikirlerimizdi. Duygulandım bak şimdi ühüh.
  Olur da bu yazıyı okuyan birileriniz varsa İTF 2. sınıf öğrencileri, Hakan Ertin'in derslerine lütfen girin. AYRICA, mümkün olduğu kadar çok kişiyi de "abi etik zaten tırt ya , hoca soruları da veriyor zaten" diyip de ayartın. Bırakın gitsinler, kafalarını doldursunlar. Siz, kafanızı çalıştırın.
 

24 Mayıs 2012 Perşembe

  "Düşünülmenin" bu hayattaki en değerli şey olduğunu düşünüyorum. Hiç bir şey yokken ortada (bir dostluktan başka), "Enes sana x dökümanını aldım." demesi kadar... Ya nasıl desem, damarlarıma mutluluk pompalayıcı bir şey. Küçük küçük detayları düşünüp, insanları rahatsız etmemeye çalışan biri olarak, düşünülmenin ne kadar tatlı bir hadise olduğunu anlatamam. Teşekkür ediyorum =)

20 Mayıs 2012 Pazar

-Bu hayatta en çok sinir olduğum şey nedir biliyor musun Enes?
- Nedir MeneS? Söyle bakalım?
-Sana tahmin hakkı tanıyorum desem?
- Bir düşüneyim bakalım... Sen oyun oynarken bir böceğin gelip kulağına girmeye çalışması mı?
- Hayır.
- Sen oyun oynamıyorken kulağına böcek girmeye çalışması mı?
- Hayır.
- Kulağına böcek sokmaya çalışırken aynı zamanda oyun oynamak mı?
-... Ne diyorsun arkadaş sen?
- Bir ben var benden içeri...
- Neyse, uzatmayalım. Ben sana söyleyeyim en çok sinir olduğum şeyi : Alenen söylenen yalanlardır. Kulağıma birileri böcek sokmaya çalışıyor, doğru aslında. İyi yakaladın istemeden de olsa.
- Olur böyle vakalar, Enes gelir yakalar.
- Böyle ilginç ve beylik cümleler ile yoluna devam edeceksin anlaşılan. Sosyal ilişkiler çerçevesinde insan bir sorar : "Hayrola nedir MeneS? Derdin nedir? Kim kulağına sokmaya çalıştı böcek?"
- Sormayacağım.
- Siteyi silerim.
- Hayrola nedir MeneS? Derdin nedir? Kim kulağına sokmaya çalıştı böcek?
- Olayı baştan anlatayım. Ya da baştan anlatmayayım , olayın genelini anlatayım. Genel. Evet. 19 Mayıs stadlarda kutlanmayacak ya artık hani, şeriat filan geliyor ehuah
- Hee, biliyorum.
- He işte, bu durumda, AKP karşıtı siyasi görüşün ve ilgili gençlik gruplarının dağıttıkları broşürlerde ve yaptıkları duyurularda çok ciddi bir çarpıtma gördüm ve bunun alenen yapıldığı da ne kadar belli. Neymiş efendim , "19 Mayıs kutlaması yasaklanmış.". Bak, cümleye bak. "Yasaklanmak". Nedir yasaklanmak? Anlatamam şimdi , git bir bak BTK sözlüğe. Eğer yasaklansa idi bu kutlamalar, o zaman sokakta kutlanmazdı. Yasaklansa idi, hiçbir yerde kutlayamazdın. "Yasaklanmak" nedir ya? Düşündükçe kızıyorum. Okullarda kutlama uygulaması kaldırıldı. Savunacaksan, görüşünü böyle savunursun arkadaş. Nedir bu "yasaklanmak"? Hayır bir de 300 kişiye duyuru yapılıyor, "yasaklanmıştır" diye. 300 kişinin de aklına hakarettir bu, ondan da öte bir şey değildir. Cahil cühela olsa anca "aaa bak yasaklamışlar lan! Hurreeeaaa!" diyip gaza gelip gider. Sen 23 yaşındaki birine , IQ seviyesi olarak orangutan muamelesi yapamazsın... Neyse işte, bana yaptıkları muamele değil, davalarını savunurken söyledikleri apaçık yalan dokundu. Kızıyorum böyle olunca.
- Hmmm... Diyorsun...
- Al bu da günün anlam ve önemini aktaran resim olsun.




16 Mayıs 2012 Çarşamba

  Güzide okulumda kimi hocalar var , anlattığı derse bile bakmadan, sadece kendisini izlemek sesini duymak için giriyorum dersine. Elimde olsa şiir yazarım, elimde olsa resmini çizerim hediye ederim, elimde olsa yollarına güller sererim (hadi canım sen de....). Tabi şaka bir yana, okuldaki bazı hocalara karşı o kadar ilgi ve alakam oluyor ki , hocasına aşık olan öğrenci benzeri gibi bir duruma düşebileceğimden korkuyorum ehehe.
  Mesela Patoloji hocamız var bir tane : Yersu Kapran. Yahu, bir hoca, bu kadar iyi , bu kadar sevimli, bu kadar mı "her şey" olur azizim. Eğer ders programında onun adını gördüysem, dünyadaki hiçbir şey umrumda olmadan ve çocukça bir sevinçle derse gidiyorum. Küçük, şapşal, beyin gelişimi daha tamamlanmamış 1.sınıf çocukları gibi. Kendimin eski hali işte ehehe. O 50 dakika hiç bitmesin istiyorum, ders uzasın da uzasın.
  Sevimliliği ve bana çok güzel gelmesi dışında, iyi niyetli de bir hocamızdır kendisi. Vize öncesi, finali ilgilendiren bir Patoloji dersi vardı. Tabi ki öğrencilerin çoğu o derse gitmektense ders çalışmayı tercih etti. Ben de dahil olmak üzere. Ama daha sonradan Yersu Hoca(m), bu dersin tekrarını yaptı. "Zaten yapması gerekiyordu ki!" tarzında ucuz yorumlara girmeyin. Kadın dersini vermiş, bir daha da vermek zorunda değil. Ama verdi işte. Okul çıkışı ekstra ders yaptı ya! Kimi hocalar derse gelmezken, kimileri gelip de "kaymakam'ın kökeni kaymak değildir eheh" tarzında seviyesiz espriler yaparken (bunu yapan adam bir Prof.), kimileri gelip de slayttan yeni okumayı öğrenmiş öğrenci merakıyla okurken, kimi de anlatmayı beceremezken, sen gel, ekstra ders yap!
  Aslında var ya, onunla iki üç kelime konuşabilirdim. Bir slaytı için yardım istedi, "aranızda anlayan varsa bana gelip yardım edebilir mi?" diye. Tabi ortaya sordu bu soruyu. "Lan" dedim kendi kendime, "Ben giderim , yardım da ederim. O da beni sever =P". Aradan 1 - 2 gün geçti, koridordaki dolabıma gitmiştim. Dolabım tam Patoloji'nin karşısında! Şansa bak sen! Tam o sırada da Yersu Hoca çıktı kapıdan, bir an göz göze geldik, selam bile verdi başını eğerek! Tabi tanıdığından değil, derslerde göz aşinalığı olmuştur herhalde azıcık ya da görgü kuralları çerçevesinde yaptı bilemeyeceğim. Ben de selam verdim. Sonra yürümeye başladı çıkışa doğru. O anda çıkıp da , "hocam sürrenal hastalıkları slaytı hakkında bir sorun vardı ya hani, o konuda yardımcı olmak isterim" diyebilirdim. Ama diyemedim lan =( Aklımdan nasıl da geçti, avuç içlerim terledi. Ama yanına gidip de diyemedim ya ühühü (Arkadaşı alalım). Sonra tabi aradan zaman geçince , unutuldu slayt hadisesi. Eminim o da unutmuştur. Ya ben nasıl kaçırırım o fırsatı...
-Sakin ol şampiyon, bak önünde çok yol var.
-Ama ama , onu belki bir daha hiç göremeyeceğim.
-Üzülme sen de. Bak kavuşamazsın, aşk olur.
-Bana Aşık Veysel'den alıntılar yapma.
-Ama bir zamanlar da Leyla Tapul vardı bak? Ona noldu?
-Doğru bir de o vardı ya =(
-Kapattın mı defteri vefasız?
-Yooo kapamadım! Onu da çok seviyorum. Geçen yıl bir kere tramvay durağında yanımdan bile geçti.
-Oooo, iş ilerlemiş. Pek yakınlaşmışsınız bakıyorum.
-Ama o görmedi beni...
-Gerizekalısın sen biliyor musun?
-Biliyorum tabi ki de. Beyin fonksiyonlarının azaldığının bir göstergesi de , az koku almaya başlamakmış biliyor musun?
-Ne alaka?
-Benim koku alma yeteneğim çok iyi değildir ehuah

11 Mayıs 2012 Cuma

  Psikiyatri okumak ve mümkünse eğitimini vermek isteyen biri olarak ilk Sigmund Freud kitabımı bitirdim. Totem ve Tabu. Hayırlı olsun efendim. Darısı başıma inşallah. Zaten kendim okuyordum, kendi başımı dolduruyorum. Dolayısı ile gelecekte okunulacak olanlar, yine benim başıma gelecek. (Ne yazdım ben az önce...)
  Yahu, insanları anlamıyorum. Hiç anlayamıyorum. Özellikle sınıf arkadaşlarımı. Sen gelmişsin 3. sınıfa, tıp okuyorsun yüksek puanlı bir fakültede, ama düşünme yetini doğumda klampe edilen kordonunla bırakmışsın anlaşılan. Neden bu kadar sinirlendim? Hayır, bu insan benim yemeye çalıştığım jelibona göz koymadı. Bu insan (veya insanlar), basbaya akıllarını kullanmayı reddettiler. Başkalarının kuklası olmayı, bir meziyet saydılar.
   Olay şudur ; Bizim sınıfın Facebook sayfasında, bir tanesi evrim yanlısı, ötekisi evrim karşıtı olmak üzere iki tane konferans duyurusu yapıldı. Yapılabilir pekala, ifade özgürlüğüdür. Her ne kadar bazı hassas konularda böyle herkese açık facebook ortamının kullanılmasından rahatsız olsam da, olsun yapsınlar. Ama arkadaşım, sen hangi akla hizmet, daha sonra şöyle bir duyuru da yaparsın : "Anti evrimci konferans iptal edilsin bla bla!". Afedersiniz ama, bunu dışarıdan gören benim telefon şarjım ve diş fırçam bile , sizin akılsızlığınıza, sizin düşünme yetinizdeki yoksunluğunuza hayret eder. İzninizle, diş fırçam ve telefon şarjım ile alkışlıyorum bu riyakarlığı. Aynı şey size yapılsaydı , "ifade özgürlüğü" ile başlayan onlarca cümle kurardınız. (Bu sefer ben karşı taraf için aynı yazıyı yazardım tabi.)
   Kendime not : Siyasetten uzak dur. Yoksa çok fazla adam dövmeye çalışırsın MeneS.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

  Okuldaki en beğendiğim ders Etik desem ne derler acaba bana?

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Küçük İtiraf 7 : 1 sayfalık nota kağıdını 2 haftada çalabilmek. eheheh
Küçük Zafer 15 : Nota kağıdından okuyarak org / piyano çalışırken, ilk satırdaki notalar ile dördüncü satırdaki notlaların aynı olması.

Aynalı Barikatlar - Murat Menteş (1. kısım)

  Haftalardır yazmak istediğim Aynalı Barikatlar ile karşınızdayım. (Kimin?!) Tabi ki kitabı ben yazmadım, Murat Menteş yazdı. Ben sadece hoşuma giden yerleri , kendisinden izin almadan , büyük bir ahlaksızlık ve edepsizlik ile kitaptan teşyi edecek, sanal aleme taşıyacağım. Hadi bakalım.
  Yine parça parça yazacağım. Daniel amcanın notlarının ikinci kısmına yine bir akşam devam edeceğim inşallah. Şimdilik Murat Menteş ile yetinin. Bunun baya bir kısmı var üstelik. Artık kim okuyacaksa ehuehaue. Hiçbirisini okumasanız bile (kimler okumasa?!) en azından 4 ve 5'e bakılmalı bence. Sen bak olur mu Enes?
  Peki MeneS, sen istedin diye bakacağım.
  Oooo kırmızı renk yapmışız hayırlı olsun.
  Ben de değişiklik yapıyorum işte hayatımda küçük küçük. Önce kırmızı ile başlayacağım, sonra puntolarımı büyüteceğim. Gün gelince bu blog benim olacak ve sen MeneS; sen benim blogumun alt karakteri olacaksın.
  Bitti mi?
  Isırılarak yenmiş, hunharca ezilmiş, ortasındaki sakız ise çoktan sindirilmiş bir lolipop kadar bitti.
  Gidebilirsin.

  
 1-) "Küreselleştirilmiş dünyada terör estirmek bir lükstür. Benzer şekilde, lüks yaşam tarzı da terörün öncelikli türüdür. Kitleleri korkutarak ve çaresizleştirerek gütme lüksüne sahip kimseler , lüks bir yaşam tarzını sürdürme imkanını da ellerinde tutuyorlar. Lükse kelimesi, sözlüklerde 'çok zevk veren, gösterişli, çok rahat ve fazla bolluk' ifadeleriyle karşılanıyor. Dünya sistemi, birilerinin daha çok zevk alması , daha gösterişli bir hayat yaşaması, daha çok rahat etmesi, daha fazla mala mülke kavuşması için başka birilerinin hiçbir şey sormadan daha çok çalışmasını gerektiriyor. Köleliğin gereğini yerine getiremeyenler, hizmette kusur edenler,dikkafalılar ise nükleer dezenfektanlarla temizleniyorlar. Tüketim kültürünün tüm dünyaya yayılması dolayısıyla, ellerine geçenle asla yetinmemeye programlanmış insanlar, çalışmaya devam ediyorlar. Öte yandan, büyük patronlar, çalışanların işi bırakmalarına zemin hazırlayacak herhangi bir hata yapmaktan özenle sakınıyorlar. İnsanlar ekonomik ideallerine ulaşabilmek için birbirleriyle yarışırlarken, lüks tüketimin önündeki vicdanı engeller de kaldırılıyor. Bir kadın, Gucci'den bir çift ayakkabı satın aldığı zaman, sadece hemcinslerine hava atma fırsatına kavuşmuş ve onları ekarte etmiş olmuyor; dünyadaki bütün kadınları geride bırakıyor. Geride kalan kadınlar arasında,hayatında hiçbir zaman ayakkabı satın alamayan ve kucağında açlıktan ölen çocuğunu taşıyan Afrikalı anneler de var. Lüks tüketimin, zenginler arasında sürüp giden eğlenceli ve masum bir yarış olduğu fikrine katılmak, kapitalist bir yanılsama içinde uyuşmaktır."

 2-) "Aynalar [ve ekranlar] sağlamlığı kırılganlığından ve yüzeyselliğinden ileri gelen birer kalkan ve / ya da barikat işlevi görmektedir. Denetleyici güçlerin röntgenleme imkanı had safhaya ulaşırken, denetlenenler otomatikman artmakta olan sefaletlerini seyreyleyip dalgınlaşabilirler. Aynalı yüzeylere alerjisi olanlar yani aynalı barikatları yıkma eğilimindeki kişiler ise dikizlenmeyi, manipüle edilmeyi ve sömürülmeyi reddediş biçimlerine göre yaftalanır, kirli sepetine atılırlar ; 'temizlenmeleri' an meselesidir.

 3-) "Yoksullar aptal, açlar ise sapıklık derecesinde dangalak sayılıyor; buna karşılık zenginlik de zeka ile birlikte anılıyor. Halbuki yoksulluk ve açlık sistemin ürünleridir. Küreselleşen sermayeyi elde tutanlar, elçi göndererek bir milletin vekillerine, mesela şunu diyorlar : "Şeker üretmeyin. Sizin üreteceğinizin yarı fiyatına ben size satayım." Böylece şekerin ucuzlamasına karşılık binlerce işçi üretim alanının dışına itiliyor ve bunların bir kısmı mesela yabancı sermayeyle kurulan bir spor ayakkabı firmasında çok ucuza da olsa mecburen çalışmaya başlıyor. Böylece senin benim emeğimizi bizden olmayan biri ucuzlaştırıyor. Senin elinle ucuz yollu ürettiği spor ayakkabıyı da dünyanın başka ülkelerinde ilgili piyasayı kontrol etmek için kullanıyor! Zamanla ucuz işçi sayısı artıyor çünkü yoksulların çocukları da çoğunlukla eğitim masrafları karşılanamadığı için ucuza çalışmaya hazır kimseler arasına katılıyorlar. Gavur patronlar, olduğundan çok daha karmaşık gösterilen süreçlerle dünyanın her yerinde insanları köleleştirmekle kalmayıp yerli girişimcilere de haksız rekabet yoluyla galebe çalıyorlar. Sadece üreticiler değil, satıcılar da kan ağlamaya başlıyor çünkü insanların satın alma gücü azaldıkça azalıyor. Eh, ucuz emekten başka bir şeyi olmayanların sayısı lüzümundan fazla artınca da bazılarının yetersiz beslenmenin bir sonraki aşamasına geçerek açlıktan ölmeleri icap ediyor. Bu kadar basit."

4-) Çok sevdiğim bir kısım. "Medya yayınların izlenme oranı ve buna bağlı olarak artan/azalan reklam gelirleri dışında herhangi bir ölçü tanımaz. Güney Afrika'da yapılan Dünya Güzellik Yarışması'nda podyuma dizilen bikinili genç kızlarla, bir kamyonun kasasına yığılmış cılız bebek cesetleri arasındaki fark reytingle açıklanır. Üçüncü binyılın ilk dünya güzelinin çıktığı Nijerya ile ilgili görüntülerde hakim olan kasvetle podyumdaki cıvıltının ekranda yanyana sunulması, medyatik terörizmin sıradan eğilimlerini yansıtır. Medya, izleyicisine; terörün nesnelere yaptığı muameleyi yaparak gücünü gösterir. Dehşete düşürmeyen, şoke etmeyen veya sözgelimi intihara sürüklemeyen bir yayının başarısı tartışma konusudur; programın tam anlamıyla 'bomba' etkisi uyandırması beklenir. Aksi takdirde, teröristin attığı bomba patlamadaığı zaman yaşanan [ve tuhaf bir biçimde bombanın atıldığı kimselerin de ortak olduğu] hayalkırıklığı başgösterir."

5-) Makyaj hakkındaki kanaatimi, eğer ifade gücüm olsaydı, tam olarak böyle ifade ederdim işte. "Makyaj aleyhinde düşünceler öne sürmek, kadın olgusuna sataşmak gibi algılanıyor. Bir kadının makyajını beğenmemek , o kadını beğenmemekle aynı kapıya çıkıyor. Makyajsız bir kadını sevmek, cahilce bir görsel kanaatkarlıkla izah ediliyor. Kozmetik endüstrisinin istilasına uğramış kadın, varlığını bu istilaya borçlu sanki. Dişilik, artık biyolojik değil kozmetik bir pozisyon. Son tahlilde, kadınların süslenmelerini önlemeye çalışmak, fakat süsün ahlaki  / entelektüel bir sorgudan muaf tutulmasına hiç mi itiraz edilmeyecek."