Bugün bahsedeceğim konu, kişiliğimin ta içlerine işleyen ama ne yazık ki bunun yankılarını derste göremediğim mükemmelliyetçiliğin , otobüs yolculuklarımı nasıl mahvedeceğini göstermek. Daha doğrusu mahvettiğini göstermek. Seviyorum aslında otobüs yolculuklarını
(huyun kurusun -_-), açıp kitap okumak , müzik dinleyip kendini farklı bir yerde hayal etmek falan, hoş işler bunlar. Mesela şunu düşünürüm arada, oyunlarda ya da filmlerde, kapalı bir ulaşım aracında askerler savaşa giderler. Dışarda patlama sesleri falan. Sallanır araç. İstanbul'da da yollar sağolsun yeterince izin veriyor sallanmamıza. Ama yanımdaki Ayşe Teyzeye baktığımda elinde pazar poşetleri hayalimin içine ediyor
(aynaya bakmayı denesen ilk, hayatının içine edilecek aslında. Onu da dene bak, çok iyi olacak.). Neyse.*
Bugün bahsetmek istediğim şey şudur : Otobüste oturulacak yer (OOY). Bakın, çok komik olabilir konu, ama ilk durakta binip son durakta inecek olan biriyseniz bu seçim çok dikkatli yapılmalıdır. En ufak hata, en ufak dikkatsizlik yolculuğunuzun büyük kısmını eziyete çevirir. İkiye ayırıyorum bu konudaki kıstasları.
1-) Seçimimize Bağlı Olanlar
2-) Müdahale edemediklerimiz.
1'den başlayayım yazmaya.
1-) Seçimimize Bağlı Olanlar
Öncelikle hangi tarafta oturacağımız önemlidir arkadaş. Sağ mı , sol mu? Günün saatine ve yolculuk edilen yöne göre öyle bir yer seçilmelidir ki, yolculuk boyunca -özellikle de yaz mevsiminde- güneş, sizi otobüs içinde kızarmış hindiye çevirmesin. Özellikle benim gibi burnunuz büyükse yandınız demektir, o burun o kadar çok ısı depoluyor ki içinde, İstanbul'un 1 günlük elektriğini çıkartabileceğimi düşünüyorum bazen. Hayır, sümük olarak değil. Ve de hayır, bedava da değil. Burnum elektrik üretecek de size bedavaya vereceğim , oldu canım.
Sağı solu seçtikten sonra en mühim meselelerden biri : kaloriferin yakınına oturmak. "Oh sıcak ne ala, Karışmasınlar bana" şeklinde kafiyeli sözlerle kendinizi ilk başta avutsanız da, bir yerden sonra bacağınızda hissettiğiniz sıcaklık, dimağınıza vuruyor ve pantolonları çıkartıp "Oh esiyor ne ala, Karışmasınlar bana" şeklindeki kafiyeli sözleri söyleyecek fırsatınız olmuyor. Ha, otobüste çok rahat pantolon çıkartırım, çok cesurum diyeniniz varsa tebrik ederim ve oturup hayatını biraz olsun sorgulamasını isterim. Şu gibi sorular faydalı olacaktır : "Ben neden yaşıyorum?" ya da "Ben kimim?" ya da "Bu pantolon gerçekten var mı?".
Bu ikisine ne kadar dikkat edersek edelim, uzun otobüs yolculuklarında her zaman baş belası olan bir mefhumumuz var : Ayakların uyuşması , şişmesi. Gün gelir de, otobüs 5 dakikalık egzersizler için yer açılana kadar bu konuda yapabileceğimiz pek bir şey yok sanırım. Eğer ayakları kalbe daha yakın bir pozisyonda konumlandırsak bile, bu sefer de popo kısmına ekstra ağırlık yükü bindiği için, nasıl desem, acıyor efendim.
Bir de ufak ayrıntı : Oturmadan önce, yolculuk esnasında çıkartılabilecek paltodur
(pantolondur?) bilmemnedir önceden çıkartılsa daha iyi olur. Yoksa yanınızda biri varken Medrano Sirkinden fırlamışcasına hareketler yaparak çıkarmak zorunda kalıyor insan. Eminim bu konuda yetkili biri görseydi beni paltomu çıkartırken, şu an çok farklı yerlerdeydim. Hayat işte, ne yaparsın.
2-) Seçimimize Bağlı Olmayanlar
İşin en kötü yanına geldik efendim. Nereye oturursanız oturun, buradaki faktörler önceki kısımdakine göre daha baskın oluyorlar. Nereden başlasam bilmiyorum ki
(Çok mu zor lan ? Sanki makale yazıyor. Pırt.). Bana bak osuruk sesleriyle bölme yazımı, senin sümüğ... burnundan elektrik üretirim.
İlk olarak , yanınıza oturacak kişinin cinsiyeti önemli. Kadın ya da erkek
(İnsan türünü mükemmel şekilde sınıflayarak cinsiyetler yazarak, MeneS, işimizi önemli derecede kolaylaştırdı! Ah bu bilim adamları yok mu, hep halka yardım ederler.). Ufak bir genelleme yapmak zorundayım, kadınlar daha derli toplu oturuyorlar çünkü yanındaki her kimse onun bacaklarına, bacaklarını değdirmek sanırım hoşuna gitmiyor
(Hoşuna gidiyorsa eğer galiba ona kaşar diyoruz?). Ayaklarını kapayıp, bacaklarını birbirine yaslayıp, kendi kenarlarına çekiliyorlar çoğunlukla. Dolayısı ile benim gibi "Az temas çok mutluluk (ATÇM)
(kısaltma yapacağım diye kasmış...)" gibi bir mottoyu belirleyen insanlar için yolculuk bir mutluluk deryasına dönüyor , kana kana içmek sarhoşu olmak istiyorsunuz. Tamam tamam, abarttım. Eğer bir erkek oturursa işte o zaman başlıyor curcuna, (afedersiniz) sanki iki bacağının ortasında tır varmış gibi açıyor şöyle bir 75 derece. Hayvan oğlu hayvan, napıyorsun sen? Toplu Ulaşım Gizli Gay'leri diyorum ben bunlara. Bacaklarını sizin bacaklarınıza sürtmek veya değdirmek sureti ile günlük cinsel ilişki ihtiyaçlarını karşılıyorlar. ühühüh, kullanılmak =(. Böyle bir dingil oturursa eğer yanıma çoğunlukla "Biraz derli toplu oturur musunuz acaba?" tarzında yumuşak bir çıkış yapıyorum mesela. Bazıları tip tip baksa da ,çoğu daha derli toplu oturuyor şimdi, haklarını yemiyeyim. Bir tanesi yüzüme tip tip bakmıştı "Daha nasıl oturayım?" demişti. Pratik zekam sayesinde 3 gün sonra aklıma cevap gelmişti benim "İnsan gibi otur, hayvan gibi değil". Aklımda senaryo kurup o adama defalarca söyledim bu cümleyi , söylemiş kadar oldum. Neyse, konudan saptık. Yani erkek veya kadın, kibar veya kaba olması önemli. Genellemelerin istisnasının olduğunu unutmayalım öncelikle.
Sonraki : Nasıl kokuyor yanımıza oturan? Kesif kesif ter mi, yoksa parfüm mü? Ağır işten dönüp de ter kokanlara gerçekten lafım yok. Eğer insanın yapabileceği bir şey yoksa , benim de boşu boşuna hakaret etmem sadece bencillik olur. Ama gün ortasında, -muhtemelen- işi gücü olmayan bir genç binip de, tarifi imkansız kokuları bana tattırınca morali bozuluyor gün ortasında. Güneş bile mutluluk vermiyor, kendimi bir Broadway altında, arabanın üstünde filler tepinirken hayal ediyorum. Niye üzüyorsunuz beni bu kadar lan...
Sonraki : Kilosu. Burda kişiye hakaret veya kişiden yakınma yok, herkes eşit derecede araçları kullanma hakkına sahip, hiç bir lafım yok. Sadece yanınıza biraz kilolu biri oturduğunda , biraz sıkışıyor insan. Ama ey insanlar, size kızamam nasıl kızayım!
Bir de şu var, 3 - 4 kilo domatesle veya herhangi bir mühimmat ile otobüse binenler var. Buradaki sorun sıkışmak değil. Teyzenin veya amcanın adına ben geriliyorum lan. "Amca acaba nasıl çıkacak bu kalabalıkta?" , "Hangi yolu izlese daha mantıklı olur?", "Tüm malzemeleri çıkarabilecek mi?", "Ya otobüs hemen duraktan ayrılırsa o ayrılamadan?! Eyvahlar olsun , yetişin!" tarzında.
Ooouvv geldik en bomba kısma : Dışarı canlı yayın yapan kulaklıklar. Bunlarda başı anlata anlata bitiremediğim Apple'in verdiği kulaklıklar çekiyor. Muhtemelen kulak dışında her yana ses veriyor. Neyse, konu kulaklıklar değil zaten , kulaklık sahipleri. Lan hergele, otobüsün en önündesin ben ortasındayım. Senin ne dinlediğini duyuyorum. Bir de gelip yanıma oturuyosun. Tek duyduğum "cıp tıp çıp tıs cıp tıs çıp çıp tıs" tınıları. Zaten radyo dinliyorsan , bir sonraki şarkı yine aynı ritmi içerecektir. Efendim böyle adamlar / kadınlar / kızlar / oğlanlar / ayşeler / mustafalar hemen uyarılmalıdır , yoksa yolcuğulunuz süregelen bir kulak tacizi şeklinde devam eder. Peki ne yapıyoruz? Olağanca kibarlığımızla , "Müziğin sesini biraz kısabilir misiniz acaba?" diyoruz. Eğer uyuz biri değilse kısıyor efendim. Ama söylediğiniz cümle dayanılamayan , tahrik edici bir ton içermeli. Onların hasletinin önüne geçebilmeniz lazım. Tabi ki , tabi ki , burada ihmal edilmemesi gereken bir nokta ve farklı yaklaşım içeren arkadaşlarımız var. Etrafa sert bakışlar atarken kulağındaki metal müzikle sadece içinden gaza gelen gençlerimiz , ergenlerimiz. "Ouv yea madafaka, çok karizmatiğim hepinizi yakarım! Dinlediğim müzik beni karizmatik yapıyor şit ye!" tarzında düşüncelere boğulmuş olabilir. Durumu iyi gözetip, ona göre bir yaklaşım sergilemek en mantıklısı. Zaten biraz sakal, biraz bıyık varsa itiraz edemiyorlar. Bir de söylenen cümle, kibarlığın içinde gizli bir güç içermeli.
(Oğlum o kadar yazmışsın da, bana yazacak bir açık vermemişsin lan! Ben de buraya kendi paragrafımı koyarım al sana!)
Evet , gördüğünüz üzere bir otobüs yolcuğunda mutsuz olmak için bir çok sebebim var benim. En ufak pürüzde yakınıyorum. Allah kimseyi boş bırakmasın, insanlar da bunları kafalarını takar böyle işte. Ama siz yine de bunları gözetin, eğer tüm şartlar yerli yerinde olursa demeyin keyfinize... Ouuv, sanki Olympus dağında gezintiye çıkarsınız
(oysa ki Alemdağ Caddesi'ndesindir ehehe). Haydi kalın sağlıcakla.
(Eğer Zeus bu yazıyı okursan, Olympus'u görmek isterim haberin olsun. İstanbul'dan otobüs kaldırırsan oralara bana da haber ver. Hadi bakalım sen de kal sağlıcakla.)
* Çok fazla "Neyse" kullanıyorum. Yazı yazmayı bilmemezliğime verin azizler.