23 Ağustos 2013 Cuma

Küçük Zafer : Aynı gün içinde 3 devlet dairesinde iş bitirmek. Pürüz çıkmaması. Bu nasıl bürokrasi kardeşim? Neden beni koşturmadınız oraya buraya? Daha da iyisi ne aslında biliyor musun blog : Mesai bitimine girdiğim İSKİ'de, gişeler kendilerini dış dünyaya kapatmadan önce işlem yapan son kişi olmak. Üstelik oradaki kız çok tatlıydı. Yoksa, işim halloldu diye mi öyle geldi, bilmiyorum. Bunun hakkında bir yazı yazayım en iyisi. Hayır, kız hakkında değil.
  Aylar sonra orga dokunabildim. Adam gibi bir şeyler çalabildim. Hala notaları öğrenirken, boruları patlamış tesisat gibi su saçıyorum (yazar burada, çok terliyorum demek istemiş) . Bir yerden başlamak lazım ama.

22 Ağustos 2013 Perşembe

  Evlilikten neden bu kadar korkulur ki lan? Ben de korkuyorum. Öcü gibi geliyor. 

21 Ağustos 2013 Çarşamba

  Pazar günü liseden bir dostumun nişanına gideceğim. Aslında iki arkadaşımın. Müstakbel eşi de, liseden bir dostum. Yakın zamanda ablamın da nişanı vardı. Başkalarını mutluluğu beni mutlu etse de, kurumun kendisinden neredeyse tiksiniyorum. Bir çok etmen birleşiyor bu konuda. Neyse.
  Evlilik öncesi zaten en sevmediğim şeylerden birisi var : "insanlar ne der" düşüncesi ve bir sürü ritüel. Sözdür, nişandır, nikahtır. Hepsi için ayrı ayrı organizasyondur, tonlarca insanın (ortalama teyze kilosunu düşünürsek) oradan oraya taşınmasıdır, davetiye bastır, gelinlik ayarla, saçını ayarla, şusunu ayarla busunu ayarla. La mutlu bir hayat kurmak için bütün bunlar gerekli midir? Daha mutlu olmadan önce bu kadar yük neden?
İnsan - Soner Sarıkabadayı. Bu şarkıyı dinlemeden duramıyorum dostlar. Yardım! Soner'in pençesindeyim, değirmi kafasını parlağındayım, popun ritmindeyim, kapıldım gidiyorum.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

- Enes burada mısın?
- Buradayım MeneS. Her zamanki gibi. Her zaman olacağı gibi. Ruh halin, girdiği bataklıktan çıkmıştır umarım.
- Çıktı sayılır artık. Org bile çalabildiğime göre, yeni parça öğrenebildiğime göre, geride sadece güzel anılar kaldı artık. Hatırlaryınca mutlu olunacak.
- Negzel, senin adına çok sevindim.
- Benim adıma sevinmene sevindim.
- Senin adına sevinmeme sevinmene sevindim.
- Bunu, tüm kelimeler bir ay asansörü yapmaya yetecek kadar devam ettirebiliriz biliyor musun?
- Evet biliyorum. 
- Dolayısı ile, sen aya çıktığımızı varsay. Sonra orada ikindi namazı kıldığımızı düşün.
- Ayda namaz kılarsan ne tarafa dönersin?
- Dünya'ya dönersin.
- Doğru.
- Ama senin bir yere dönmene gerek yok. Mekke'deki bir bilgisayar bağlanıp, kolayca kılabilirsin oradan Kabe'ye dönerek.
- Her yere gidemiyorum ki ama ben. Mahdutum ben, mahdut.
- Pentagon'a gidebiliyor musun mesela?
- Hayır. Bir burası var gidebildiğim, bir de Google'ın arama barı.
- Neyse, geyiği geçelim de, benim sana bir sualim var. Google'da arattırıp bana çözümünü getirirsin bir ara.
- Neymiş bakalım. Yazsın parmakların.
- Bir kızın sana yazdığını nasıl anlarsın? Gülen kızlara karşı resmen zaafiyetim var. Gülücüğü güzel olan her kızla vakit geçirmek çok hoşuma gidiyor. Bakışlardan anlaşılır mı mesela bu?
- Ne bileyim la ben. Yalnız kalmak üzere programlanmış biriyim ben.
- Hüviyetimiz aynı o zaman. Sen soruma cevap ver.
- Anlaşılır herhalde.
- O kadar mı? Peki nasıl anlaşılır kardeş? Şunu bana bir öğretin? Flört dediğimiz şey nerede başlar? Geçen bir arkadaşım söyledi, Ankara'da sinemadayken karşılıklı gülüşmüşüz bir kızla baya bir, bilet satan bir hanımefendiyle. Şimdi o flört mu oluyor? Anlamadım ne oluyor o?
- Vallahi MeneS, bana bilemeyeceğim sorularla geliyorsun. Bana byte ve bit'in esrarlarını sorsan, gizemli bir müzik eşliğinde anlatırdım. Ama bu...
- Elmideki sosyal yeteneklerle müstağni değilim yahu, anlasana.
- Banane lan p*zevenk! Git geliştir o zaman kendini.
- Meh. Sana bir şey soranda kabahat.
- Sorma o zaman.
- Soracağım yine de. Hem de bilmediğin konularda. Şimdi kafamı zorlayayım da aklıma saçma sapan sorular getireyim. Mesela, hayatta kayıt alma seçeneğin olsa nerede kayıt alırdın?
- Bu beni zorlamad ki. Ben devamlı yedekliyimdir.
- Hmmm... Kitap aralığı olarak Milka çikolata ambalajı kullanan birine ait olmak nasıl bir his?
- İfade edilemez.

18 Ağustos 2013 Pazar

Org çalmak istiyorum. Ama, vefat eden ev arkadaşımla beraber başladığımız için her piyano notası beni hüzne boğuyor. Bu nasıl atlatılır, lütfen yardım edin okuyan 3-5 kişi. Lütfen.

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Karanlık

  Kendisi vücudumuzda var olurken farkına varmadığımız, ancak bedenimizden ya da zihnimizden ayrılınca yokluğunu farkettiğimiz bir kaç şey vardır. Bunlardan birisi :  Yaşama sevinci. Tabi yaşama sevincini farklı şekillerde ele alabiliriz. Herkesin "yaşama sevinci" tanımı farklı olmakla beraber belki tanımlayamayız bile. Belki eğlenceli bir şarkıya terennüm ederek katılmaktır, belki de dava peşinde koşmak. Yaşamak için bir anlam, bir sebep bulup kovalamak. O da olmasa bile, günü yaşamaktır. Ama kendisi zihnimizin içindedir. Biz yılların yörüngesindeki seyyareler gibi gezerken, o da zihnimizin içinde her dokuya katar kendisini. Nefrete -aklıma ilk gelen duygunun bu olması manidar-, sevgiye, aşka, özleme. Sorun şu ki, bazen azaltır kendini. Dertlerden yer bulamaz kendine. Bilahare, bavulunu alıp gider. Geriye kalır koca bir karanlık...
  Karanlık içine çeker membaı olduğu duyguları, karadeliğin içinde "empati"nin son çığlıklarını duyarsın, hissetmezsin. Arkasından "heyecan" bırakır kendini karanlığa, insanları anlayamazsın, heyecanlarını anlayamazsın. "Korku" gelir ardından, bu yaşına rağmen korktuğun karanlığın gözlerine bakarsın, onun da zamanla senin içine baktığını farketmeden. Daha da eksilemem derken, kafanın içindeki boşluk, "sevgi"ye diker gözlerini... Okulunu, mesleğini, kitaplarını, resimlerini az sevmeye başlarsın. En kötüsü de, insanları az sevmeye başlarsın. Çabalarsın geri kazanmak için her şeyini.. Olmaz , kaybedersin. Kendi zihnini nasıl yenebilirsin ki? Böyle yaşamaya karar verirsin. İnsana elindekiler yeter dersin. Yarını görme isteğin, heyecanın olmaz belki artık, ama tutunabilirsin hayata. Sabitlemişsindir kendini. Duygusuz, heyecansız, belki biraz mutlu...
  Sevmediğin iki evin içindeki, sevdiğin insanlara tutunursun. Kalbin onlara yeter anca. Beyninin içindeki boşluk doymuştur artık karanlığa, seni senle bırakır. Bilahare, o sevdiğin insanlardan birisi, yaşamamayı seçer. Ertesi gün, onun sevgi dolu kalbini Allah'a, toprağa emanet edersin. Bütün duyguların çıkar karanlığın içinden, hepsi iplerinden kurtulur. Gözyaşı olup düşerler İstanbul'un iki yakasına. Bir tarafta kanla karışır, öteki tarafta nedametle...
  Karanlık onun olanları geri ister. Ama geri veremezsin, her tarafa yayılmıştır artık onlar. Tekrar damarlarında, tekrar kalbindedirler. Yenileceğin bir savaşa tekrar başlarsın. Bu sefer karanlığın içine çekilen parçalar daha büyük olur. Kızmıştır çünkü. Ama daha da sinsidir. Farkına varmazsın yenilirken.Bir noktadan sonra, gecenin karanlığı bile senin içine bakmaya korkar.
  Haftalar sonra, karanlığın içine bakamadığı gözler, kendi içine döndüğünde koca bir boşluk görür, karanlıkla karışık. Sevmeyen, özlemeyen bir kalp. Duygu kılığında düşüncelerin tekelliğini yaptığı insani ilişkiler, bağlar. İçerideki karanlık o kadar fazladır ki ve ışığı o kadar soğurur ki, renkler azalır. Depresif ruh halin tavan yapar. Çılgınca düşünmeye başlarsın. Yaşamak, sadece bir sonraki uykuya kadar vakit geçirmek olur. Resim çizen, kitap tutan ellerin boşta kalır. Not aldığın defterler bile özlerken seni, en son neyi özlediğini bile hatırlamazsın. Muhtemelen, sana delicesine yardım etmeye çalışan ama bıktırdığın sevgilindir*.
  Bir gece, nefesindeki karanlıkla karışır zihnindeki karanlık. Bir kıvılcım çakar zihninin en kuytu köşelerinde: ölüm. "Ölüm"ün olması için, "Yaşam"ın anlamsız olması gerekir ama. Öyle düşünür, sıyrılırsın işin içinden. Ama bir sabah fersiz gözlerini açtığında ve yaşamak için sebep bulamadığını görünce, yıkılırsın. Yıllar önce yerini karanlığa bırakan yaşama sevincinin, yokluğunu hissedersin. Kötü bir insan olduğun düşüncesi, karanlığın içinde büyür. Vicdan denilen ayna, mantığını çarpıtır. Yaşamak tatlı gelmez. Ama "yapamazsın". Allah'a vereceğin hesap şimdiden boyunu aşmışken, kendi canına kıyamazsın. Geride kalacak olanların acısını tahayyül edersin, korkunçtur. Uzaktır o sana, aslında çok uzaktır. Ama "ölüm" yine de tatlı gelir. Belki de korkaklık... Çıkış yolu ararsın. Aniden yok olmak gibi. Duman olup gitmek. Ama öteki insanlar, sanki sen yaşamamışsın gibi yaşayacaklardı mesela. Bir acı sonlanırken, başka acılar filizlenmemeliydi kalplerde.
  Gözlerinin önünde gri perdeyle yaşarsın. Eskiden ne için yaşamayı sevdiğini anlamazsın. Güzel günlere uyuduğun uykular, şimdi sadece günlerden uzaklaşmak için uyuduğun uykular olur. Planlar yaparsın kendince, kimseye asla anlatmayacağın.
  Bayram gelir, tat almadığın oruçlar bitince tat almadığın bir sabaha daha uyanırsın. Tembellik, insiyaki olmuştur artık. Sanki sana kalsa, evde oturup ölmeyi bekleyeceksin. Önce amcalarının yanına gidersin ailenle. Kalabalıktır... Sevdiklerine baktıkça, utanırsın kendinden. Kafanın içindeki karanlık ne kadar da zayıftır, ne kadar alay edilesidir. Yaşadıklarını anlatsan, ne kadar alay ederlerdi senle ama. Belki de, aslında öyledir. Kendi kendini içine düşürdüğün bir tuzaktır bunlar... Neden olmasın... Karanlık, çözülmeye başlar.
  Aynı akşam köye gidersin, anne tarafı hep oradadır. En sevdiğin renk olan yeşil dört bir yanını kuşatmıştır. Tıpkı sevdiklerinin , sevgisi gibi. Yapraklar o kadar güzel, o kadar ahenkle sallanır ki rüzgarda, yıllar önce yaptığın gibi kendini de ritme inzimam edersin. Salıncağın zincirinin sesi, sanki kalbindeki küçük atımlardır. Her turda bir güzel anı gelir aklına... Karanlık reddeder güzelliği, kanlı gözyaşlarını geri ister senden. Duymazsın onu. Aylar boyunca Güneş hiç bu kadar tatlı gelmemiştir, Allah'ın yaratımı bu kadar üstünde durulası olmamıştır. Allah... Allah... İlah... vardı değil mi? Seviyordu bizi? Ben uyurken, yalnızlığımı düşünürken, derdimi insanlara anlatmaktan korkarken, aslında O yalnızdı sadece ve konuşmasam da beni bir tek o anlıyordu. Sevgisi her şeyi kuşatırken, küçük bir karanlık neydi ki, küçük bir kafanın içindeki...
  İstanbul'a dönersin. Ama farklı birisi olarak. Karanlık, köyünün karanlığına karışmış, uçup gitmiştir. Ardına bakmadan. Ama sen ardına bakınca ev arkadaşını görürsün, Allah'ın mutlak adil olduğunu hatırlayarak. Ölüm düşüncesinin zihindeki vuzuhu, senin elinde değilse, Allah biliyordur bunu...
  Karanlığın boşalttığı yerler, peyderpey dolarken, gecenin bir yarısı içini dökersin sayfana. Ama eskisi gibi, karanlık bir perde arkasından değil... Kalbinde dostunun hüznü ve Allah'ın merhameti ile, doğacak olan güneşi bekleyerek.
   Her şey daha güzel olmayacak belki ama, ben daha iyi olacağım.

12 Ağustos 2013 Pazartesi

  Odamdaki meyus (ama düzenli) dağınıklık ve bilgisayarımdaki göreceli düzen, hayatımdaki en büyük elektronik ironiyi oluşturuyor. Program yüklerken "next - next - next"e küçüklüğünde bolca tıklamış olan ve bundan nedamet duymayan birisiyim, ama artık yapmıyorum. Ama o saflığı özledim. O temizlik... Ne diyorsun sen be?!
  
  Gecenin bir vaktinde Oscar Wilde'dan Doriagn Gray'yin Portresi bitti. En az benim kadar güzel bu gencimizin yaşadığı dönüşümü canlı kanlı görüyoruz kitapta. Hepsi de Henry yüzünden. Hep kötü arkadaştır zaten ehe. Kitabın ortalarına doğru sayfalarca Dorian'ın ruhsal durumu anlatılmış. İllallah deyip de atladığım 4 sayfa var. Hile yaptım yani.
  Bundan önce de Great Gatsby bitmişti. Bilmiyorum yazmış mıydım. Filmini artık izleyebilirim.


4 Ağustos 2013 Pazar

 Tomb Raider bitti. İyiydi de. Alınız oynayınız.

2 Ağustos 2013 Cuma

Yalnızlığın insanın kafasını ne hale görün de dersinizi alın. Öyle çok bilgisayar da oynamayın benim gibi olursunuz sonra. Kendi ellerimle yaptım, buyurun.
 Haşgerya'nın Maceraları V4.0

1 Ağustos 2013 Perşembe

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/23825961

Yapılan egzersiz ile , DNA'mız mı düzenlenebiliyor? Nüeee?