29 Mart 2015 Pazar

  Televizyon kumandasını elime aldığımda aşinalığımın olmaması, "ulan bu tuş nerdeydi" diyerek mini öfke krizleri geçirmeme sebep olması, iki şeyin sonucu olabilir :
  1-) Uzun zamandır TV izlemiyorum. Bir şey izleyeceksem zorlanıyorum. Gayet güzel. TV'den uzak olmak, mutluluktur tabi ki.
  2-) Hafıza konusunda sorunlar yaşıyorum. Bir çok şeyi hatırlama konusunda sıkıntı yaşadığımdan mütevellit, buna daha çok imkan veriyordum.
  3-) Üç dememişim ki. (bkz. 2.şık =(  )
  Muhabbetiniz olan çiğ köftecinin kapanıp yerine arap dönercisi açılması... Göçmenlerin etkisini bireysel olarak hiç bu kadar hissettmemiştim.
  -Bu aralar Elite Dangerous'u sarmış durumdayım. Gerçek hayatın içinden fırlayıp, 1300 yıl sonrasında uzayda sistemler arası zıplamak, bana farklı bir huzur veriyor. Oradan oraya mal taşıyorum, canım sıkılınca popisi yüksek yerlerde korsan avlıyorum, daha da canım sıkılınca "on the loose" moduna girip önüme gelen random oyuncuları patlatıyorum. Kaçmaya çalışanları çarparak patlatıyorum. Ne dünyayı kurtaran bir kahramanım, ne de önemli bir kişi. Kocaman samanyolu galaksisi içerisinde önemsiz bir geminin önemsiz bir bireyi sadece. Sanırım bana bunu hissettiren oyunları ayrıyaten seviyorum. Çünkü gerçek hayatta çok önemliyim, ondan =P
   -Pillars of Eternity çıktı yakın zamanda. Onu da oynanacak oyunlar listesinde ekledim güzelce. Oyun dünyasındaki "aptallaşma ve basitleştirme"nın en ağır vurduğu alanlardan birisi RYO'lar (rol yapma oyunları) oldu. Hatta kurbanı oldu diyebilirim. Geçmişteki RYO'lar ile şimdikiler arasında "ulaşılabilirlik" adı altında dağlar kadar fark yaratıldı. Elder Scrolls serisi bu konudaki en güzel örneklerden. Elder Scrolls 3 : Morrowind ile 5. oyun Skyrim arasındaki fark akademik olarak "basitleştirme"ye en güzel örnek olur herhalde, akademik olarak bile araştırılabilir. "Basitleştirmek"ten kastım, oyunun kolaylaşması değil, derinliğini kaybetmesi, sığlaşması. Skyrim'de puan verdiğimiz herhangi bir stat bile olmaması mesela, üzücü. Her iki oyun da tabi ki güzel. Ama sonraki Elder Scrolls oyununda her şeyin otomatik olacağından korkuyorum. "Cinematic experience" ehehe. Nerde kalmıştım, ha evet, sığlaştırma ve basitleştirme. Oyuncuların bir kısmı oyun oynarken veya oynamak için bir şeyler okumak istemiyor, öğrenmek istemiyor pek. Oturup oynayıp kalkmak istiyor. Hatta öteki sene oyunun benzeri çıkınca, daha mutlu oluyor. "Eskisine benziyor" diye. Bu ortamda Kickstarter'dan güzel bir çıkış yaparak piyasaya çıktı Pillars of Eternity. Derince bir lore'u, bir cümleden ibaret olmayan karakterler, sadece yüzeyel ve görsel olarak varolmayan bir dünya... Sabırsızlanıyorum başlamak için. Kaybolmak istiyorum içinde. Güzelce bir fantastik macera okumayalı / oynamayalı uzun zaman oldu. Dragon Age : Inquisition? "Sen seçilmiş adamsın hurr durr" "Ancient evil has awaken hurr durr" "Irkları bir araya topla hurr durr" "Face the evil hurr durr". Artık can sıkan bir Bioware teması. bir zamanların efsane firmasının 3 oyundur aynı geyiği kullanması çok can sıkıcı. Mass Effect de en azından Shepard efsanesi bir anlamda gözlerimizin önünde yükseliyor. Onun da sonu b*k ya, neyse.
  -Yakın zamanda GTA 5'in bilgisayara gelecek olması da, TUS çalışmama kocaman bir darbe vuracak. Sosyal hayatıma da. Sosyal hayat? AHAHAHAAHAHHAHAHAHAHAH
  -Battlefield 4'de maksimum level'a ulaştım dün. Hayatımın neredeyse 900 saatini verdim oyuna. Pişman mıyım? Pişman olsam ilk 100 saatten sonra bırakırdım. Şimdiki haliyle bir klasiktir oyunu. Hardline'i yakın bir zahmet.

İTF Göğüs Hastalıkları - İntern Gözünden

  İstanbul Tıp Fakültesi'nin mağrur olmayan Internlerinden biri olarak Göğüs Hastalıkları Stajı'nı geride bırakalı 1 hafta oldu. 4 haftalık döngü içinde: 1.ve 4.hafta serviste, 2.hafta Uyku bölümünde, 3.hafta da poliklinikte çalıştım. "Çok eğlendim, yeni arkadaşlıklar kurdum, zaten eğlenmek için gelmiştim, kazanmak için değil". Hep bu ifadeyi kullanmak istemiştim. Rahatladım.
  Serviste sabahları vital baktık bol bol. Sabah vizitten önce tansiyon + saturasyonlara bakıp hastaların defterlerine yazıyoruz. O gün bir şikayetleri var mı diye soruyoruz. Varsa şikayetleri asistan abimize / ablamıza iletiyoruz, ilaçlarını düzenliyoruz. Gün içinde olan değişiklikleri elden geldiğince takip edip dosyaya gözlem/progresyonları yazıyoruz. Yeni hasta yatarsa dosyasını biz dolduruyoruz. Yani amele işlerini bir kısmını çekiyoruz. Sorsanız "e doktor işi bu" derler, ama hiç doktorların yaptığını görmedik ehe. Şikayetçi değilim hiç, olmadım da. Kendi adıma güzel tecrübeler edindim, hem iletişim konusuda nhem de mesleğim adına. Yalnız Mürüvvet teyzem vardı. Yaşı ileriydi, yıllardan beri kortizol kullanmanın etkisi ve de yaşından dolayı osteoporozu vardı. Vasküliti, kalp yetmezliği ve düzelmeyen nefess darlığı vardı. Tuvalete yorulmadan gidemiyordu teyzem. Dosyasını da ben doldurdum onun, her sabah gidip de azıcık muhabbet edince çok ısındık birbirimize. Ananeme benzettim herhalde, belki de ondandır. Kötü haline göre , morali o kadar iyiydi ki... Yataktan zorla kalkarak çalışmaya gittiğim günlerde onu görmek hem utanmamı sağlıyordu kendimden hem de günümün geri kalanında enerji veriyordu bana. Tek şikayetçi olduğu husus, karın şişliğiydi. Söylenmiyordu hiç. Bir gün sorduğumda rahat uyuyup uyumadığını , "Dün gece kalbimle konuştum oğlum" dedi bana, "Yeter, yoruldun artık" demiş ona. Bana bunu gülümseyerek ve gözlerinde en ufak bir üzüntü olmadan söyledi. Gelecek olan ne varsa kabullenmiş hali, gençliğimden utandırdı beni. Ölümün varlığı - ihtimali, geri kalan bütün HER ŞEYİ önemsiz kıldığını bir kez daha gördüm gözlerinde teyzenin. Bedeninin prognozu çok iyi olmayacak belki teyzemin, ama o ruh ile çok daha ilerilere gider o. Bu dünyada olmasa bile.
  Duygulandım lan. 2. hafta aslında tüberküloz servisinde çalışacaktım ama arkadaşımın Uyku bölümü ile ilgili bir sorun yaşaması sebebiyle oraya geçiş yaptım. Polisomnografi yapılacak hastaların dosyalarını çıkardım durdum, yeni gelen hastaların da dosyalarını doldurdum. Oldukça çok boş vaktim vardı , güzel güzel ders çalışıp değerlendirdim. AFERİN BANA! Kapımda "Uyku Bölümü Sorumlu Hekimi" yazıyordu. "Intern Müsveddesi" de kabulumdur lakin.
  Poliklinik haftası da hoca ya da asistan yanında uslu uslu poliklinik yaptık. Açıklanacak çok bir şey yok, tek bir şey dışında : İnsanlar son raddeye gelene kadar önlem almamaya meyyal. Besbelli onları ölüme götüren ama şu anda sağlıklarına pek bir etkisi bulunmayan bir sebebi önemsiz görüyorlar. İlaç kutularını nizam içinde dizip doktor istediğinde çıkarıyor, ama 5-10 kilo vermiyorlar. İlaç kutusunun yarısı verilen kilolar ile birlikte uçup gidecekken oysa ki. Ama hayır, ilaçlar sihirli haplar ya, iyi yaparlar seni! Çok üzülüyorum lan. Bu yüzden kimseye kızmıyorum tabi ki, sadece bu konuda yeterince eğitim olmaması sorun belli ki.
  Standart çalışma düzenim böyleydi. Beni üzen bir nokta oldu Göğüs Hastalıklarında. Arada bir sabah vakalarına veya hoca derslerine katılım az oldu bizim tarafımızdan. Olur mu olur, insanlık hali. Ya uyanmamıışız ya da tembellik etmişiz. her ne ise. Ya da gidip TUS çalışanlar oldu aramızdan, yadırgamam. Kıdem piramidinin orta ve tepesindekiler hemen atarlı haller aldılar , devletin bize verdiği 330 liralık maaşı başımıza kakmaya çalıştılar. "Gelmediğiniz gün maaşınızdan keseriz" lafını etmeye başladılar. Eşek kadar hocanın, eşek kadar uzmanın ağzından çıkanlara inanamıyor insan. Bize böyle şeyler de söyledikleri için kızmadım hiç, sadece acıdım. Bütün samimiyetimle yazıyorum ki, acıdım. Biraz da iğrendim. Sonra aynı şekilde bir gün daha oldu, sabah vakasına katılım pek azdı yine. Ben de gitmemiştim -pişman değilim-. Sonra bir hocamız "intern çizelgesi" hazırlanmasını teklif etmiş toplantıda. "İyi" çalışanlara fazladan para verilsin mealinde bir öneri, artılı eksili bir sistem... Dini imanı para olmuş adamın, bizi de orada para için çalışıyoruz sanıyor. Sorun paraysa lakin, önceki aylarda elimde olan bütün parayı vereyim benim yerime başka birini tutun o çalışsın köpek gibi. Ne serviste, ne poliklinikte hiçbir iş aksamaz iken, iki vakaya gelinmedi diye gelecekteki meslektaşına yapılan şu muameleye bak. Beni asıl üzen kısım da bu, KESİNLİKLE hiçbir iş aksamadı, hiçbir yerde, hiçbir zaman. Hiçbir asistanın söylendiğini duymadım. Ama birilerinin gözünde "intern"üz, işten kaçıp da deli gibi TUS çalışmak isteyen düzenbaz tipleriz. Bu paragrafın sonunda belirtmek istediğim iki ironik nokta var :
  1-) Hastaların tıp çalışanlarına "sizin paranız benim vergimden veriliyor, bana bakmak zorundasınız hebele höbölö" şeklindeki tavırlarını, bütün doktorlar eleştiriyor haliyle. Prof.undan uzmanına. Ama aynı muamaleyi uzman ve Prof., çalıştığı fakültenin internüne  yapıyorken, eğitimsiz insanların bu muameleyi yapmamasını beklemek anlamsız olur.
  2-) Bizim için intern çizelgesini teklif eden hocamız, aynı gün öğleden sonraki dersine, kendi özel muayenehanesine gittiği için gelmedi. Ah garip dünya, ah.

12 Mart 2015 Perşembe

  +Bekçi buralarda mıdır acaba?
  -Bekçi buralarda. Intern oldun, yüzümüzü görmez oldun lan!
  +Ne yapayım lan, yazacak şeyleri listesi kabardı. Bir delikanlı kalbindeki aşk gibi dalga dalga vuruyor her yere, ama yazamıyorum. Kendime pek bir şey katmıyorum.
  - En azından bol bol TUS çalışıyorsundur hea?
  + Meeh.
  - Menes'im kuzum, noldu sana?
  + Yok bir şey. Herkese böyle diyorum. 
  - Bana söyle!
  + Cık! Olmaz! Her şeyi herkese söyleyebilir misin?
  -Seninle de dertleşilmiyor ki lan.
  +Patates gibi adamım ondan. Bak ne diyeceğim sana, hani ben intern'üm ya, bize 300 küsür maaş veriyorlar ya.
  - Hee?
  + İşlerde aksama olunca uzmanlar ve asistanlar bizim maaşımızdan para kesmekle tehdit ediyorlar.
  - Hadi lan?
  + Vallahi bak. Kızmıyorum tabi ki onlara, ama hallerine üzülüyorum. Otorite ve bağ bana kalırsa aynı anda kurulması gereken şeylerdir. Ama sadece otorite kurmaya çalışınca insanlar üstünde, böyle ezik tehditler atıyorlar ortaya ne yazık ki. Oysa ki çok tatlı asistan abi/ablalarımız ile çok güzel iş yapılıyor. Maaş tehditine gerek olmadan. Komikler lan, cidden. Ha, ayrıca benim resimlerime noldu lan?!
  - Hangi resimler?
  + TÜM RESİMLER! Seni bekçi diye diktim, olana bak. Bugün blogundan resim çalan, yarın başından saç telini çalar, sonraki  gün donunu çalar, sonraki gün saçından ve donundan çorap yapıp sana satar.
  - Hepsini bulup getireceğim!
  + Yavaş getir de, saçın başın dağılmasın kuzum. Haydi bakalım.

5 Mart 2015 Perşembe