Ne zamandır istiyordum da, bir türlü zaman ayıramamıştım. Daniel amcamızın oynadığı James Bond filmlerini izlemek istiyordum. Ufak bir nöbet değişimi vesilesiyle son 2 günde 3 Bond film izlemiş oldum bu vesileyle.
İzlediğim filmler : Casino Royale, Quantom of Solace ve Skyfall. Dünya üzerindeki eski İngiliz hakimiyetini gözümüze sokarcasına farklı coğrafyalarda maceralara atılıyoruz yakışıklı ve seks makinesi 007 ile.
Casino Royale, bizim zıpçıktı 007'nin, kadınları yatağa atma ve İngiltere'nin dünya düzeni içerisinde çıkarlarını koruma becerisini, poker masasında gösterdiği film. Casus filmlerinden alışık olduğumuz üzere, çapraşık ilişkiler, bazı soru işaretleri, birbirini kandırmacalar falan var. Bir de işin içine poker dahil olunca daha da çetrefilli oluyor. Benim gibi kağıt oyunlarından anlamayan andavallar için de güzelce açıklamışlar film içinde gerekli durumları. Çılgın Bond, kumar masasında İngiliz vergi verenlerinin paralarını saçıp savururken, Eva Green'in güzelliğine akıl sır erdiremiyoruz. "Bizim vergilerimiz de böyle masalarda heba oluyor mu acaba" diye düşünmeye kalmadan Eva ablamız hipnoz ediyor bizi. Ne vergisi demeye kalmadan dalıp gidiyoruz billur güzelliğine. Makyajsız halini en çok beğendiğimi de buradan belirteyim. Makyajsız güzel olan bayan, zaten makyajla hayli hayli güzel olur. Tersi mümkün değil. Eşeğe altın semer vursan, yine eşek. O yüzden.
Film son çeyrekte romantizme sarıyor iyicene "Bond bu mudur lan?!" demeye kalmadan, Venedik'te koca bir binayı sulara gömen film, uygun cevabı veriyor.
Quantum of Solace, bizim Bond'un, önceki filmde ucundan gördüğü, tam anlamıyla "Uluslararası Paralel" diyebileceğimiz kuruma karşı, kişisel intikam peşinde koşturduğu ve İngiltere'nin dünya düzeni içerisindeki çıkarlarını koruma becerisini, yine dünyanın çeşitli coğrafyalarında, fütursuzca sergilediği film. Arabalar, motorsikletler, uçaklar patlar ve hükümetler devrilirken, bunca aksiyon arasında kıçımın üstünde oturduğum 1,5 saat boyunca kendimden utandım açıkçası. "Ben ne yaptım kendi vatanım için" demeye kalmadan, karşıma Gemma Arterton çıktı. Kendisi zaten "hanımlığını" en çok beğendiğim oyunculardan birisi. Bir de nispet yapar gibi saçını boyamışlar turuncu renge. "Seni seven yiğit, neylesin malı!" demeye kalmadan, Bond, tanıştıklarının herhalde 2.saatinde filan yatağa attı kadını. Bond, Gemma'nın çıplak sırtını öperken benim ateşim yükseldi, hararetimi alsın diye çay koydum kendime. Lipton , Earl Grey... Kaçamadım İngiliz lanetinden... Türlü patlamalar eşliğinde gerekli insanları temizlerken Bond, ben de çayımı yudumladım. O kadar iş halletsem, benim de koynumdan kadınlar eksik olmazdı herhalde. Çöp atmayı bile erteleyebilen birinin pek fazla kovalayanı olmuyor malum. Gemma Arterton yan rolde oynasa da, benim kalbimde baş roldedir. Aksi düşünülemez.
Son film Skyfall'da ise, Bond, gerek Adana trenleri, gerekse de Londra metrosu, bulduğu envai çeşit trenle başını belaya sokuyor. İstanbul'da başlayan film, yine dünyanın çeşitli yerlerindeki İngiliz çıkarlarının çok güzel korunduğunu gözümüze sokarak, Türkiye'yi olabilecek en yanlış şekilde gösteriyor. Daha ilk saniyede çalan "arabic" müzikten kendini ele veriyor. Çarşı pazarın ortasında, esnafımızın ve müşterilerinin, canlarını ve mallarını umursamadan yardıra yardıra patlaya patlaya ilerliyor sahneler. "Yerli Malı Haftası"nı kalbimin derinliklerine işlediğimden, üzülerek izliyorum sahneleri =P Etrafa saçılan meyve sebzeler, "Michael Bay the Movie : Vegetable Edition" gibi duruyor. İlerleyen sahnelerde yine bolca sevişen Bond, artık erkekliğimi sorgulamama sebep oluyor ve hormon düzeylerimi kontrol etmemi gerektirecek kadar üzüyor ediyor beni. Nostaljik casusluk ve günümüz sanal casusluğu birbiri ile kesişir ve savaşırken, 2edgy4me hacker karakter, saçma grafiksel "algoritmalar" içerisinde "evrilen" kodlardan bahsederken, "bunu çözebilecek misin" sorusuna, sanki 2 gram s*kinde değilmiş gibi "onu ben icat ettim" diyerek, önceki filmde yerinde duran kıçımın, koltuktan kaymasına sebep oluyor. Bir noktada Bond yardım ediyor bu "algoritmayı" çözmesinde. Sen MI6'a gir yaptığın işin en iyisi olarak, sonra dallamanın teki çıksın sana işini öğretsin. ADAMIN G*TÜNDEN KAN ALIRLAR KAN! AYIK OL JAMES BOND ! Aston Martin marka arabaları yapan ırk ile hacker karakteri yazan, aynı ırka mı mensup diye düşünmeme sebep oluyor. Yine önceki filmlerde olduğu gibi, dünyanın farklı yerlerindeki turistik aktivitelerin içine ederek olayları çözüyor Bond. Kendi geçmişine de bir göz atıyoruz filmin sonralarına doğru.
3 filmi kendi içinde kıyaslamak istersem en başa Skyfall'ı koyarım. İzlenmesini de tavsiye ederim. 2.sıraya Casino Royale geliyor. Belki sırf Eva Green'den, belki de sırf Aston Martin'in motorunun sesinden, bilmiyorum. Ama son sıraya Quantum of Solace'i yerleştiriyorum. Gemma Arterton'a rağmen, sonda... Üzgünüm Gemma...
İzlediğim filmler : Casino Royale, Quantom of Solace ve Skyfall. Dünya üzerindeki eski İngiliz hakimiyetini gözümüze sokarcasına farklı coğrafyalarda maceralara atılıyoruz yakışıklı ve seks makinesi 007 ile.
Casino Royale, bizim zıpçıktı 007'nin, kadınları yatağa atma ve İngiltere'nin dünya düzeni içerisinde çıkarlarını koruma becerisini, poker masasında gösterdiği film. Casus filmlerinden alışık olduğumuz üzere, çapraşık ilişkiler, bazı soru işaretleri, birbirini kandırmacalar falan var. Bir de işin içine poker dahil olunca daha da çetrefilli oluyor. Benim gibi kağıt oyunlarından anlamayan andavallar için de güzelce açıklamışlar film içinde gerekli durumları. Çılgın Bond, kumar masasında İngiliz vergi verenlerinin paralarını saçıp savururken, Eva Green'in güzelliğine akıl sır erdiremiyoruz. "Bizim vergilerimiz de böyle masalarda heba oluyor mu acaba" diye düşünmeye kalmadan Eva ablamız hipnoz ediyor bizi. Ne vergisi demeye kalmadan dalıp gidiyoruz billur güzelliğine. Makyajsız halini en çok beğendiğimi de buradan belirteyim. Makyajsız güzel olan bayan, zaten makyajla hayli hayli güzel olur. Tersi mümkün değil. Eşeğe altın semer vursan, yine eşek. O yüzden.
Film son çeyrekte romantizme sarıyor iyicene "Bond bu mudur lan?!" demeye kalmadan, Venedik'te koca bir binayı sulara gömen film, uygun cevabı veriyor.
Quantum of Solace, bizim Bond'un, önceki filmde ucundan gördüğü, tam anlamıyla "Uluslararası Paralel" diyebileceğimiz kuruma karşı, kişisel intikam peşinde koşturduğu ve İngiltere'nin dünya düzeni içerisindeki çıkarlarını koruma becerisini, yine dünyanın çeşitli coğrafyalarında, fütursuzca sergilediği film. Arabalar, motorsikletler, uçaklar patlar ve hükümetler devrilirken, bunca aksiyon arasında kıçımın üstünde oturduğum 1,5 saat boyunca kendimden utandım açıkçası. "Ben ne yaptım kendi vatanım için" demeye kalmadan, karşıma Gemma Arterton çıktı. Kendisi zaten "hanımlığını" en çok beğendiğim oyunculardan birisi. Bir de nispet yapar gibi saçını boyamışlar turuncu renge. "Seni seven yiğit, neylesin malı!" demeye kalmadan, Bond, tanıştıklarının herhalde 2.saatinde filan yatağa attı kadını. Bond, Gemma'nın çıplak sırtını öperken benim ateşim yükseldi, hararetimi alsın diye çay koydum kendime. Lipton , Earl Grey... Kaçamadım İngiliz lanetinden... Türlü patlamalar eşliğinde gerekli insanları temizlerken Bond, ben de çayımı yudumladım. O kadar iş halletsem, benim de koynumdan kadınlar eksik olmazdı herhalde. Çöp atmayı bile erteleyebilen birinin pek fazla kovalayanı olmuyor malum. Gemma Arterton yan rolde oynasa da, benim kalbimde baş roldedir. Aksi düşünülemez.
Son film Skyfall'da ise, Bond, gerek Adana trenleri, gerekse de Londra metrosu, bulduğu envai çeşit trenle başını belaya sokuyor. İstanbul'da başlayan film, yine dünyanın çeşitli yerlerindeki İngiliz çıkarlarının çok güzel korunduğunu gözümüze sokarak, Türkiye'yi olabilecek en yanlış şekilde gösteriyor. Daha ilk saniyede çalan "arabic" müzikten kendini ele veriyor. Çarşı pazarın ortasında, esnafımızın ve müşterilerinin, canlarını ve mallarını umursamadan yardıra yardıra patlaya patlaya ilerliyor sahneler. "Yerli Malı Haftası"nı kalbimin derinliklerine işlediğimden, üzülerek izliyorum sahneleri =P Etrafa saçılan meyve sebzeler, "Michael Bay the Movie : Vegetable Edition" gibi duruyor. İlerleyen sahnelerde yine bolca sevişen Bond, artık erkekliğimi sorgulamama sebep oluyor ve hormon düzeylerimi kontrol etmemi gerektirecek kadar üzüyor ediyor beni. Nostaljik casusluk ve günümüz sanal casusluğu birbiri ile kesişir ve savaşırken, 2edgy4me hacker karakter, saçma grafiksel "algoritmalar" içerisinde "evrilen" kodlardan bahsederken, "bunu çözebilecek misin" sorusuna, sanki 2 gram s*kinde değilmiş gibi "onu ben icat ettim" diyerek, önceki filmde yerinde duran kıçımın, koltuktan kaymasına sebep oluyor. Bir noktada Bond yardım ediyor bu "algoritmayı" çözmesinde. Sen MI6'a gir yaptığın işin en iyisi olarak, sonra dallamanın teki çıksın sana işini öğretsin. ADAMIN G*TÜNDEN KAN ALIRLAR KAN! AYIK OL JAMES BOND ! Aston Martin marka arabaları yapan ırk ile hacker karakteri yazan, aynı ırka mı mensup diye düşünmeme sebep oluyor. Yine önceki filmlerde olduğu gibi, dünyanın farklı yerlerindeki turistik aktivitelerin içine ederek olayları çözüyor Bond. Kendi geçmişine de bir göz atıyoruz filmin sonralarına doğru.
3 filmi kendi içinde kıyaslamak istersem en başa Skyfall'ı koyarım. İzlenmesini de tavsiye ederim. 2.sıraya Casino Royale geliyor. Belki sırf Eva Green'den, belki de sırf Aston Martin'in motorunun sesinden, bilmiyorum. Ama son sıraya Quantum of Solace'i yerleştiriyorum. Gemma Arterton'a rağmen, sonda... Üzgünüm Gemma...