25 Ocak 2011 Salı

Hikaye - 1

    Yine rutin sabahlardan biriydi Turdok için. Yaşadığı ork kasabasında öküz gübrelerini toplamak için alelacele evden dışarı çıktı. Koşarken kapının tavanına kafasını çarpmamak için kafasını eğdi, fakat dengesini kaybedip dışarıdaki çitlere kafa üstü girdi. Sakardı, alışmıştı bu huyuna. Çevresindeki herkes gibi. Bir ork olmak, bir köylü ork olmak ne demekse, Turdok için de hayat oydu. Sadece bir orkun yapması gerekenleri yapar, bir orkun yediklerini yer, kokuşmuş Elflerden nefret ederdi. Babası sakallıydı, tıpkı annesi gibi. Tıpkı diğer kız kardeşleri gibi. Fakat onda sakal yoktu. Doğumunun üstünden 15 yıl geçmesine rağmen saçı dışında herhangi bir yerinden tüy çıkmamıştı. Fakat bu özelliği nedense Turdok'un hoşuna gidiyordu. "En azından gübre toplarken topak topak kalmazlar kıllarında" demişti annesi bir keresinde.

   Hantal bedeninin verdiği esnek olmayan hareketlerle yerinden doğruldu. Geç kalmıştı yine. Fakat neden geç kaldığını kendisi çok iyi biliyordu. Geceleri hayal kurardı Turdok. Neredeyse her gece... Eline balta alıp savaşmak istemiyordu o , yayını gerip de en uzağa ok atanlardan da olmak istemiyordu. Sihir sanatı... İşe buydu onun ilgisini çeken. Zamanında bu küçük ork köyü Kur'ga'ya gelen bir Goblin büyücü, onun ilgisni bu yöne çekmeyi başarmıştı. Turdok bir kaç gün boyunca büyücünün yanına uğramış, ondan bir şeyler öğrenebilmek için atölyesinde çıraklık yapmıştı. Ta ki büyücü köyün horozlarını ateşler saçan ölümcül kedilere dönüştürene kadar. Aslında dönüştürme büyüsü horozlar kedilere dönüştüğünde oldukça başarılı ilerliyordu. En azından Turdok böyle düşünmüştü o gün.

    Yine aklında hayallerle bahçede ilerlerken, karşısına üç tarla faresi çıktı. Büyücünün geldiği günden beri süper - zeki olan fareler, bazı ork evlerini haraca bile bağlamıştı. Zaman zaman da serserilik yaparlardı. Turdok istemeyerek de olsa cebindeki 1 sıçan kusmuğu şekerini onlar uzattı. Bu küçük "hediye" karşısında tatmin olan fareler kuyruklarını 2 kere sallayarak (ki bu teşekkür anlamına geliyordu) uzaklaştı. Turdok ne kadar güzel bir güne başlamış olduğunu düşündü, beyninin izin verdiği kadarıyla ve tabi ki yürürken iki üç tahta birikintisine basıp dengesini kaybetmeyi ihmal etmedi.

     Babasına yaklaşırken kendi kendine mırıldandığı büyülü sözcükleri bir tükürük ile ağzından uzaklaştırdı. Babası gerici biriydi ve büyüye karşıydı. Günümüz yaşlıları neden ileriyi göremiyorlardı sanki?! Gelecek, sihirdeydi!


    "Turdok!" diye seslendi babası, Molak.
     İnsanlar sihirle neler yapıyorlardı kim bilir? Ne kadar büyük binalar inşa ediyorlardı acaba? Yıldızlara ulaşmışlar mıydı?
    "Turdok!", bu ikinciydi.
     Ya elflere ne demeli! Her ne kadar kokuları kötü olsa da, o narin (göreceli olarak tabi) ellerinden çıkan ışık huzmeleriyle kim bilir ne kadar rahat tavuk kızartıyorlardır!
    "TURDOK!" diye haykırdı Molak, sanki tüm köyün hayatı Turdok'a bağlıymışcasına.
     Turdok tekrar gözlerini hakimiyetini kazanmış gibi gözlerini sağa sola çevirmeye başladı. Ağzındaki kelimeleri bir tükürük ile atabiliyordu belki ama, zihnindeki düşünceler kolay kolay çıkmıyordu.
    "Efendim?" dedi Turdok. Bir orktan beklenmeyecek kadar nazik bir şekilde.
    "Nerde kaldın bu saate kadar? Yemin ediyorum, bir daha bu saate kadar uyursa senin o kokuşmuş bedenini sakallı cücelerin koca balyozlarının ortasına atarım bilmiş ol!"
     Turdok biliyordu. Bu blöftü. Hangi baba kendi evladını cücelere yem ederdi ki? Turdok'u kandıramazdı.
     "Geldim işte" demekle yetindi.
     Molak sessizlikle karşıladı. Sağ eli ile öküzlerin durduğu yeri gösterdi. Turdok daha o göstermeden, o yöne doğru yürümeye başlamıştı bile. İşte eziyet, başlıyordu. Yine her gün olduğu gibi, bugün de Turdok şaşıracaktı. Çünkü bu öküzler, öküz başı 30 kg gübre veriyordu. O kadar yemediklerini, Turdok 3 haftalık gözlem ile kendi kendine ispatlamıştı. Muhtemelen büyücünün işiydi bu.
     "Ne büyü ama!" diye düşündü Turdok.

    Yorucu bir 3 saatin arından ellerini yıkayan Turdok, çiftlik sakinlernin şaşkın bakışları arasında köy merkezine gitmek için hareketlendi. Orklar onu garipsiyordu, çünkü ellerini yıkayan bir ork bu civarlarda pek normal karşılanmazdı. Çimlere sürmek yeterince hijyenikti. Üstelik çimleri de beslediğinden bir sonraki "temizlenme" için daha gür çimler oluşurdu.

    Turdok üstündeki bakışlara umursamadan yürüdü. Tekrar ağzına geldi büyülü sözcükler, istemeden... "Moren Kit'yulda" diye sayıklamaya başladı. Attığı her adım için, büyülü cümlenin bir kelimesini mırıldanıyordu. Her ne kadar Turdok, bu kelimelerin büyülü olduğunu düşünse de , değillerdi. Sadece onun zihninin oluşturduğu anlamsız harf bütünleriydi.

   Köy merkezine vardığında hemen Avcı Fugtar'ın dükkanına yöneldi.
   "Her zamankinden 2 tane." dedi Turdok, içeri girip selam bile vermeden. Küçük cüssesi ile oldukça sert bir girişti aslında bu.
   Geniş omuzları, kaslı kolları ve hayvanları çıplak elle avladığı söylentileri ile herkesi korkutabilen bu heybetli savaşçı, Turdok'un umursamazlığı ve hayalperestliğini severdi. Ya da belki sadece Turdok onunla arkadaş olduğu için seviyordu. Korku nedir bilmezdi Turdok, ama bu cesaretten değil, muhtemelen aptallıktandı. Yine de zekası başka şeylere oldukça yatkındı. Yine de kaslı kolları, orklara göre bile büyük olan vücudu ile gür sakallı kadınları her zaman Fugtar kapardı.
   "Al bakalım evlat."
   "Ama bunlar kırılmış" diye üzüntüsünü dile getirdi Turdok, geyik boynuzlarını incelerken.
   "Elimdekilerin en iyisi bu üzgünüm. Gökten yağan beyaz cisim her yeri kapladı ve yapabilecek fazla bir şeyim yoktu."
    "Aptal adam" diye düşündü Turdok. O şeyin adının kar olduğunu bile bilmiyordu. Bir yandan da Fugtar'a gülümsedi.
    "Peki o zaman, bunlar beni idare eder." diyerek, masaya 3 metalik koydu Turdok.
    Fugtar bir eli ise masaya vurdu, havaya kalkan paraları da diğer eliyle havada yakaladı. Her ne kadar bu küçük şok Turdok'u etkilemekten uzak olsa da, sırada bekleyen bayanı oldukça etkilemişti. Turdok daha odadan çıkmadan, ikilinin akşam ne zaman buluşacaklarına dair konuştuklarına yemin edebilirdi.

    Heybesindeki 2 geyik boynuzu ile kendisini günün kahramanı ilan eden Turdok, evinin yolunu tuttu. Aklına gelen "büyülü" sözcükler bu sefer "Tguryal Nirotsek"di. Çevresine baktı, uygun ritmde bu sözükleri tekrarlamak için bir "ritm" aradı. Uzaklardan çınlayan demirci çekicinin sesi ona bu konuda yardımcı olacak gibi duruyordu. Evine yaklaşana kadar sözcükleri mırıldandı. Aklından geçen ateştoplarından sadece yüzde birini oluşturabilmiş olsaydı, muhtemelen Kur'ga diye bir yer kalmazdı. Ayakkabısının demir burnunun taşa sürtüp de çıkan kıvılcım sayılmazsa, bu küçük yolculuk da ateş topları oluşturmak konusunda pek başarılı geçmemişti. En azından düşerken çok canı yanmadı.

   Kolunda sızlayan bir yara ile eve gelen Turdok, kendi ilkyardım bilgisnin azlığına -her zaman olduğu gibi- yine lanet etti. Fakat eninde sonunda uygun bir kanama durdurma yöntemine ulaşacaktı. İlkyardım deneme listesini çıkardı ve sıradaki satıra baktı : "Yara Bakımı Test No. 32 : Yaraya talaş sür"... 10 dakika sonra , bir başarısız denemeyi daha defterine kaydediyordu.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder