27 Şubat 2011 Pazar

Yıllardır okul ve sınıf birincilerinin nasıl bu işi başardıklarını çözemedim. Aradım durdum hep... Nasıl yapmışlardı bu kadar? Nasıl başarılı olmuşlardı ötekileri geçip? Saatlerce ders çalışılsa bile kendilerini bir şekilde eğlendirmeleri lazımdı. Sonra aklıma çaktı: "Nazlı okul birincisi , Kekstra tek eğlencesi!". Tabi ya!

18 Şubat 2011 Cuma

Heavy Rain

   Bir tecrübeden bahsetmek için başladım bu yazıya. Kendi çapımda oyun incelemeleri yapmayı her zaman severim, ama şu yukarda görülen esere oyun deyip geçiştirmek hem oyunun yapımcısı QuanticDreams'e , hem de oyunda "rol alan" insanlara ayıp olur. Basitçe interaktif drama olarak nitelendirebileceğim bir şey bu. Sanırım oyun medyasının çoğu da böyle nitelendiriyor mereti.
 
  Ps3'ü aldığımdan beri oynamak istediğim oyunlardan biriydi Heavy Rain. 2 - 3 hafta önce aldım ve tadını çıkara çıkara bitirdim oyunu. Etkilenerek oynadım tabi ki de. Geçen hafta da bir arkadaşımdaydım, yanımda getirmiştim Ps3'ü , arkadaşım da tattı aynı tecrübeyi ve oynarken yaşamadığım bir çok duyguyu, izlerken yaşadım. Bir oyun değil, bir film de değil bu meret, basbaya bir tecrübeydi.

  Oynanış elementleri, grafikler, sesler değil bahsetmek istediğim şey. Zaten bu siteyi okuyacak olanların çoğunun umrunda da değildir eminim ki böyle şeyler. Ha illa ki bir yorum isteniyorsa : kendini bu konularda kanıtlamış bir oyundur Heavy Rain. Ama bahsetmek istediğim şey hikaye. Müdahale edebildiğimiz , verdiğimiz küçük kararların oyunun sonunda, kurtarmak istediğimiz insanın hayatına mal olup olmayacağını düşünmek zorunda olduğumuz hikaye. Özet geçeyim hikayenin başını. (Oyunda 4 karakter yönetiyoruz ama baş rol Ethan Mars'a ait.). Şunu da söylemeliyim, oyun boyunca bu 4 karakter ile aldığınız her karar oyun sonuna etki ediyor. Her karakterin ortalama 4 sonu olduğunu ve bunların farklı kesişimlerini hesaba katarsak karşımıza onlarca farklı son çıkıyor. Mesela benim oynadığım oyunun sonu ile, arkadaşımın oynadığı oyunun sonu aynı değildi. Arkadaşım bir karakterin ölmesine sebep oldu ve aldığı kararlar benim kararlarımla aynı değildi. Konuya dönelim.

 Ethan Mars, kendi çapında başarılı bir mimar. İki oğlu (Jason ve Shaun), eşi (Grace) ve mutlu bir yuvası olan birisi. Hayat onun için oldukça güzel. Oyun da zaten bize bu düşünceyi vererek başlatıyor oyunu. Güneşli bir gün de Jason'ın doğumgününü kutluyoruz. Her şey çok güzel, ta ki Jason bir trafik kazasında can verene kadar (Bu kadar hödükçe anlattığıma bakmayın, bu sahnede ağladım). Ayrıca oyundaki tek güneşli gün de,  oyunun başını içeren bu kısım. Daha sonra oyun 2 yıl sonrasına geçiyor ve Ethan'ın yeni halini görüyoruz. Yeni eve taşınmış, eskisi gibi güzel bir mahallede oturmuyor artık. İşi de eskisi gibi iyi gitmiyor anladığımız kadarıyla ve eşinden boşanmış. Shaun'u gidip okuldan alıyoruz , ama bir babanın belki de en büyük kabuslarından biri olan şeyi yaşıyoruz : küçük çocuğumuzla kopukluk. Başka bir oyun olsaydı pek etkileyici olmazdı belki ama, Heavy Rain'de işler biraz farklı oluyor. Çünkü Ethan'ı yönettiğimiz süre içinde o acıyı, o üzüntüyü tamamen hissediyorz içimizde (en azından ben hissettim). İlk çocuğumuzu kaybetminin sorumluluğunu üzerimizden atamamışken bunları yaşamak oldukça kötü etkiliyor bünyeyi. Ve sonra olan oluyor, çocukları kaçıran katil -Origami Killer- bizim de oğlumuzu elimizden alıyor. Bu noktadan sonra Ethan'daki her duyguyu hissettim desem yalan olmaz. Gerek Shaun'u arayıp bulamayınca her bağırıştaki üzüntüyü, Grace'in kızarken Ethan'ın hissettiği suçluluk duygusunu ve küçücük çocuğun o katilin ellerinde olmasından kaynaklanan çaresizlik...

  Sonra bir mektup alıyoruz ve Origami Killer bizi çeşitli testlere tabi tutuyor oğlumuzun yerini bize söylemek için. Düz mantıkla "Testere la bu" denebilir. Ama değil. Oyunun sloganı zaten genel yapısına da uymakta : Sevdiğiniz birini kurtarmak için ne kadar ileri gidebilirsiniz?
Ankara-İstanbul otobüsünde eşine az rastlanır bir fırsat geçti elime. Öyle bir yerdeydi ki koltuğum, başımı hiç oynatmadan 3 farklı kanaldan 3 farklı evlilik programını aynı anda izleyebiliyordum. Teşekkürler Türk medyası ve tabi ki teyzeler. Bir daha ne zaman rasgelir bilemem böyle bi fırsat...
Hangisini izlesem, hangisine baksam, hangi talihlinin yanında olup da hangisine düşman olsam anlayamadım. Şu küçük beynim iflas etti bir süre sonra, elimdeki kitaba daldım (Çok entelim demek istiyorum burda bwahahaha).

11 Şubat 2011 Cuma

Eğlence

Tatilde canınız mı sıkıldı? Biraz eğlence mi istiyorsunuz? Hemen bir haber sitesi açın, herhangi bir habere tıklayın ve altındaki yorumları okuyun... mmmmm! Mamma mia! Artık kendinizi daha zeki hissedeceksiniz o yorumları okuduktan sonra ve insanların neler düşündüklerine bakıp farklı bakış açılarını anlamaya çalışarak beyninizi zorlayacaksınız. Az önce bir ülkede kirli sakal bırakan erkeklerin gelişmemiş ülkelerin erkekleri olduğunu öğrendim. Oyyy yerim sizi yorumcular!

Tabi bir de bir üsttekine laf atan tip var, kısaca özetliyorum bu yorumları : "Sen salaksın bilmezsin geri kalmışsın, en iyisini ben bilirim çünkü ben akıllıyım." Size İnternet haber yorumlarını / kavgalarını özetledim tek cümlede. Süperim yahu, çok akıllıyım ben!

Haber sitelerini bırakın şimdi de, Youtube'a girin. Dini bir video veya Atatürk ile ilgili bir video izleyin. Sonra da elinize alın bir bardak sıcak kahve ve yorumları okuyun. İçiniz ısınacak. Birbirine (klavyenin arkasında olmanın verdiği güçle) türlü hakaretler eden insanlar, kendisinin en doğruyu bildiğine inananlar, "hepiniz cehennemde yanacaksınız"cılar, Atatürk'ü tanrısallaştıranlar (ki kendisi görse, eminim çok üzülürdü bu duruma). Bu yorumları okuyarak da eğlendik ve artık yolculuğumuzun son durağına geliyoruz.

Nereye gidicez? Tabi ki Facebook! Hemen siyasi, dini veya herhangi bir görüşün grubunu açıyoruz. Mümkünse üye olunmadan fotoğraflarına bakabileceğimiz veya ana sayfasını okuyabileceğimiz bir site olsun. Açtık mı? Şimdi de ordan bir resime tıklıyoruz (muhtemelen karşıt görüşe hakaret içeren) ve aşağıdaki yorumlara göz gezdiriyoruz. Ne görüyoruz peki? 1284 yorum. peh peh peh. Tabi ki hiç kimse bunların hepsini okumuyordur, yazanlar bile kendi yazdıklarından başka bir şey okuyor mudur bilinmez. Zaten bunların hepsini okumak , herhangi bir forum sitesine "Aşk" konusunu okumaktan farksızdır. Bitmez. Konuya döneyim, ne yazıyor o yorumlarda? O yorumların hepsi, teker teker , memleketi kurtarıyor. Öyle de güzel, öyle de verimli yorumlar bunlar. Devleti yönetenler bunları okusa, feraha çıkarız. "Best Country of World" ödülünü alırız, kim veriyorsa artık. Sokaktaki lambanın bozukluğundan (üstelik belediye kendi siyasi görüşüne aitken) devlete laf sokanlar, ordan Amerika'ya ve İsrail'e sıçrar, sonunda çeşitli komplo teorileri ile yazısını bitirir. Awsum.

İnternette eğlence bitmez azizim.

10 Şubat 2011 Perşembe

Publisher Activision put the Guitar Hero franchise on hold.

 Guitar Hero serisi sanırım artık sonra yaklaştı. Kimilerinin nefret ettiği, kimilerinin çalamadığı enstrümanları "çalmalarını" sağlayan oyun serimiz Activision'a kazandırdığı milyar dolarlardan sonra artık emekliye ayrıldı. (Sadece Guitar Hero 3 kendi başına Activision'a 1 milyar dolar kazandırdı. Varın Guitar Hero:Metallica, Guitar Hero:Van Halen', siz düşünün.) Aman , bizden uzak dursun da.

8 Şubat 2011 Salı

Biyokimya sınavından kaldım ve ona çalışıyorum şu günlerde. Bir kaç gün de uzak durdum bilgisayardan. Hem yazacak bir şeyler bulamadım sayfaya, hem de kasten uzak durdum. Öyle işte. Halimden şikayetçi değilim, o ayrı. Yine de az buz konu yok çalışılacak. pfff. Ne yazsam ki bilemedim şimdi. Aslında aklımda çok fazla yazacak şey var ama , yazmıyorum. Tıpkı aklımda çizecek çok şey olması, ama onları çizmemem gibi. Gerçi yazmak daha kolay. Klavye sağolsun. "Neyse, konuya dönelim" diye bir giriş atmak istedim, ama atamıyorum çünkü sifon içinde salınıp giden bir tuvalet mikrobu gibi (benzetmeye gel) savrulup gidiyor paragraf. Burda da bitiyor. (aaaaaand its gone!)

Hikaye - 2

  Güçlü (ama diğer orklara göre narin) olan bedeni , kolundaki yarayı kapatmaya çalşırken, Turdok çantasından 2 geyik boynuzunu çıkardı. Annesinin antik cam kavanozlarını çıkarırken de bu kadar dikkatli olsaydı, tarihi vazolar hala tek parça halinde olacaktı tabi. Boynuzların gerçek olup olmadığını anlamak için bir kaç ısırık ile test etti. Boynuzlar, testi başarıyla geçtiler. Sahipleri yaşıyor olsaydı, bununla kesinlikle gurur duyardı.

 Akşam vaktine doğru ev ahalisi yemek sebebi ile bahçede toplandı. Bu akşam yemekte, Molak'ın Fugtar'dan aldığı geyik vardı. Şişe saplanmış geyik, kokusu yüzünden ev ahalisini toplamıştı bahçeye. Orklarda "yemeğe çağırmak" veya "yemeğe çağrılmak" diye bir şey yoktu. İsteyen yer, isteyen yemezdi. Yemeği kaçıran da artıkları -belki- yerdi.

 Turdok, Molak'ın kendisine uzattığı sol arka bacağı eline alırken, tuhaf bir yakınlık hisetti geyiğe. Nedeni anlayamadan babasının serzenişine kulak vermek zorunda kaldı.

  "Beni dinliyor musun evlat? Ne zamandır ortada boş boş dolanıyorsun. Sence de artık gübre toplayıcılığını bırakmanın vakti gelmedi mi?" dedi Molak, geyiğin gözlerini yanakları içinde gezdirerek.

  Turdok tabi ki gübre toplamak istemiyordu ama bu işi bırakırsa, bu Burg'ol'daki savaşçı eğitim kampına gideceği anlamına geliyordu. Bu bölgedeki her yetişkin ork, en az bir kere bu kampta uzmanlaşacağı konu üzerinden bir eğitim alırdı. Turdok, tabi ki bunu da istemiyordu. Bir elfin kan dökme arzusu ne kadar fazlaysa, Turdok'un da kılıç sallayan bir beyinsiz olma arzusu o kadar fazlaydı.

  "Aslında ben de tam bu konu üzerinde düşünüyordum!" dedi Turdok. "Artık daha fazla hayvandan gübre toplamalıyım ha, ne dersin?"
 "Bence artık bir yetişkinsin. Her ne kadar tüysüz olsan da,  bizim gözümüzde erişkin mertebesine eriştin. Bu da bizi, seni çeşitli mevkilerde görmeye itiyor doğal olarak".

  Turdok şaşırmıştı, ama gitmesi gereken yere yapılan vurguya değil.  Babasının yıllardır bu kadar düzgün cümle kurduğunu duymamıştı. Belli ki önceden çok sıkı çalışmıştı.
 "Meselaaa, elflerin Büyü Sanatı Akademisi gibi yerleri mi kastediyorsun?" dedi Turdok. Babasını sinirlendireceğini biliyordu tabi ki. Ama bundan zevk alıyordu. Özellikle sinirlenince alnında şişen damarı izlemeye bayılıyordu. Ağzından çıkan son cümle bitmeden damarın şişmeye başladığını görüyordu.

  Sinirden ne yapacağıını bilemeyen Molak, elindeki geyik etini yere fırlattı. O kadar sinirliydi ki, yere fırlattığı geyik etinin kemik dolu kısmı başparmağına çarptığında bunu hissetmedi bile. Karşısında bu kendini bilmez oğlan dururken, yıldızlardan yıldırımlar düşse üstüne , yine hissetmezdi. Sağ elinin başparmağını Turdok'a doğru tuttu ve ağzından tükürükler saçarak haykırdı:
 "Bana bak kendini bilmez yeşil et yığını! Uğraştığın büyülerle al ne istersen yap, istersen bir dağı altına çevir, istersen de kendini sakallı bir ork yap (ki bu Turdok'un hiç de istemediği bir şeydi)! Ben seni o lanet kampa gönderdikten sonra ne istersen onu yap! Ama yarın sabah, buradan kalkan kervanla Burg'ol'a gideceksin ve Güneş en tepeye ulaşmadan da sakın bu eve bir daha uğrayayım deme!"

  Tüm kızkardeşleri ve annesi sırasıyla bir Molak'a , bir de Turdok'a baktı. Molak'ın ateş saçan gözlerine bakmaktan korkan küçük kız kardeşleri , annelerinin bacaklarını arasınsa saklanmıştı. Tek ses ateş çıtırtısıydı. Bu kadar ani bir patlama beklemeyen Turdok, çaresiz bir şekilde tek kelimeyi ağzından istemden çıkardı:
  "Tamam."

   O lanet kampa gidip , her ne barbar eğitimi alması gerekiyorsa alacak, sonra da bu salak Kur'ga'ya bir daha uğramayacaktı. Yollara düşüp bir büyücünün ne yapması gerektiğini öğrenerek onları yapacak, kendine ait bir büyü kitabı yazacak ve tabi ki de ilk yardım yapmayı öğrenecekti! Fakat ondan önce yapması gereken -hem de bu gece- bir iş vardı.

  Yemeğini -babasının da sinirini göz önünde tutarak- hızlıca yedi ve kendi odasına çekildi Turdok. Geyik boynuzları ile midesinde yine bir yakınlık hissetti nedense, ama bunu düşünecek vakti olmadığını biliyordu. Geyik boynuzlarını kaptığı gibi, yerde serili olan bezin üstüne koydu. Bu büyüyü çok iyi izlemişti köye gelen büyücüden. Horozlar kediye dönüşürken sayıkladığı kelimeleri dikkatlice dinlemişti. El hareketlerini takip etmiş, malzemelerin miktarını zihnine kazımıştı. Şimdi, tam zamanıydı.




  Listesi eline alıp malzemeleri hızlıca kontrol etti.
  "Geyik boynuzu... Tamam!"
  "Yeşil bir bitkiden 3 tane yaprak... Tamam!"
  "15 gr kemik iliği tozu... Tamam!"
  Listeyi kontrol etmeyi bitirdikten sonra neden 3 madde için liste hazırladığını kendine sordu, ama cevabı bulamadı Turdok. Muhtemelen... Ya da... Yine bulamadı. Bu konu üzerinde 2 dakika düşündükten sonra beynini fazla yormamaya karar verdi. Çünkü büyüye lazımdı. Büyü, konsantrasyon isteyen bir işti.
   "Konsantrasyon mu? Benim göbek adım o!" dedi Turdok. Neredeyse dengesini kaybedip düşecekken bu cümleyi sarfetmesi oldukça ironikti tabi. Ama Turdok'un ironi hakkında hiçbir fikri yoktu.
   Büyü malzemelerini sarılı olduğu bezi toplayıp , ağzını bağladı ve ayaklarının dibine koydu. Şimdi , değişime uğratacağı cismi düşünmeliydi. Aklında gelen ilk şey babası oldu. Ama bu büyü için oldukça güç ve tecrübe gerekirdi. Ama Turdok büyü işine daha yeni başlamıştı -10 dakika önce-. Bunun üzerine düşündü ve düşündü... BAM! Odasının penceresini dönüştürecekti! Hem en fazla ne dönüşürdü ki, kime zarar verebilirdi.
 
  Turdok yoğunlaştı. Gür saçlarından, ork poposu kıvamındaki yanaklarına inen ter damlası gerginliğini kendinise hatırlattı. Gözlerini kapadı ve hemen arkasından dudaklarını yavaşça oynatmaya başladı. Parmaklarını, sihirli sözlerdeki vurgulara göre hareket ettiriyordu. Böylece büyü enerjisini -kontrol edilmsi oldukça zor olan bir enerji- istediği gibi yönlendirmekteydi. Ağzı bağlı torbada küçük titreşimler belirdi. Turdok merakından çatlasa da gözlerini açmaması gerektiğini çok iyi biliyordu.

  Etrafında yoğunlaşan enerjinin sanki vücudunu ezdiğini düşündü Turdok. Ama buna hazırdı. Her büyücünün hazır olması gerekirdi tabi. Büyü için ne düşünmesi gerekiyorsa , onu düşünüyordu. Aklında gelen gereksiz düşünce parçacıklarını, konsantrasyon çekici ile daha küçük parçalara ayırdığını farzetti büyüyü yaparken. 1 dakikalık derin konsantrasyon sonucu, sonunda torbanın içinden garip ışık hüzmeleri, küçük deliklerden sızıp kıvrıntılı bir yol izleyerek pencereye ulaştı. Hem cama hem de panele "akan" ışık huzmeleri gittikçe daha parlak bir hal aldı. Bu sırada Turdok tüm konsantrasyonu ile büyüyü sürdürmekteydi. Aklına düşünce girdi. Uzaktan... Küçücük bir parça. Işık huzmeleri zayıflamaya başladı. Turdok'un gözleri kapalı olsa da, azalan parlaklığı hissedebiliyordu. O küçük düşünce , büyüsünü bozmaya başlamıştı. Bir türlü gitmiyordu aklından. Beyninin her hücresini aşama aşama ele geçiriyordu sanki. Turdok'un alnından akan ter damlaları artık nehir oluşturacak kıvama geldiğinde, odadaki ışık huzmesi de artık bir ışık ipi halini almıştı. Yoğunlaşmaya çalıştı Turdok, o büyü bozan düşünceyi uzaklaştırmaya çalıştı zihninden. Yapamıyordu...

  Artan büyü enerjisi, kontrol edilemediğinden sonunda odada küçük çaplı bir patlamaya sebep oldu. Turdok geri savrulmadı ama, istemsiz olarak yüzünü korudu. Büyü yarım kalmıştı, bu su götürmez bir gerçekti. Ama Turdok, en azındna geldiği aşamaya kadar büyüsüne bakmak için pencereye doğru baktı. Camı, havaya dönüştürmek istemişti büyü boyunca. Camın hala cam olarak durduğunu görünce pek bir hayal kırıklığı yaşamadı. Pek de beklentisi yoktu. Küçük orkların kibritle oynamasından farksız bir şey yapmıştı ve şans eseri yara almadan kurtulmuştu.
  "Bu da bir başlangıçtır." diyerek kendini avuttu. Fakat bir yandan da kazandığı parayı harcadığı bir torba malzemeye üzüldü. Fugtar iyi bir avcı , fakat bir o kadar da iyi bir tüccardı. Turdok'un aklına, Fugtar'ın bu parayı şimdi bir ork kızıyla yediği düşüncesi geldi. Geceyi romantik bir Arena'da geçiren çifti, şimdi birbirine yaslanmış şekilde bir sokak kavgası izlerken hayal etti.
  "Peh! Boş hevesler." diyerek aynı gece içinde kendini ikinci kez avutmaya çalıştı. Tabi ki, başarısız oldu.

   Yatağına uzanıp, yarın gideceği kampı düşünmeye daldı. Büyü bu yeşil bedenine ağır gelmişti, yormuştu Turdok'u. Öyle ki, açık olan camdan içeri giren soğuk havaya rağmen
kalkıp camı kapatmaya üşendi. Orkların camlarının açılır kapanabilir olmadığını unutarak, uykuya daldı.

1 Şubat 2011 Salı

Vay Bilgisiz

   Hani televizyon programları vardır veya haberlerde çıkar, bir adam gezer İstiklal Caddesi'nde. Gördüğü gençlere bir şeyler sorar. Güncel siyasi olaylar (genellikle). Sonra gençler bunu bilemez, biz de televizyon başında "cık cık cık" deriz. Vay anasını şuna bak, ne kadar cahil , ne kadar umursamaz, ülkenin GÜNDEMinden bile haberi yok. Ben de öyle düşünürdüm. Ama artık değil. Aydınlandım o gençler gibi =P
   Şöyle anlatmaya çalışayım, GÜNDEM dediğimiz şey nedir Türkiye'de? Çoğunlukla siyasiler arasındaki tartışmalardır değil mi? O ne demiş? O ona, oraya gittiği o mintingde ne demiş? O belge neymiş? Islak mıymış o neymiş? Neden onlar öyle yapmış? Niçin oraya gitmişler? Siyasiler için normal olan olaylar, bizlere arkada epik müzik eşliğinde (daha önceden bahsetmiştim) sunuluyor. Bugünlerde bir de Erzurum Kış Olimpiyatları var GÜNDEMde.  GÜNDEM dediğimiz şey bu olmalı değil midir zaten? Ne ölüm haberleri , ne siyasi atışmalar, ne suni gündemler... Bizim istediğimiz şey memlekette ne olmuş ne bitmiş değil mi haberleri izlerken? Neden geriliyorum ki ben her seferinde ana haber bültenlerini izlerken, ülkemdeki olaylar hakkında bilgi edinirken neden strese giriyorum?  (Belki de yapılmak istenen budur MeneS.) Hayır anlamıyorum bu kadar mu kötü bir ülkemiz var? Bilemiyeceğim iç (dış?!) ses.
   Benim duymak istediğim GÜNDEM bu değil. Bu gelişmeleri bilmezsem insanlar tarafından "dünya umrunda değil" olarak fişlenmek istemiyorum. "ooov hacı sen hiç mi haber takip etmiyorsun ya?!" şeklinde küçümseyici bir cümleden sonra "Yoo takip etmiyorum" cümlesinde, haberleri izlememenin verdiği yadsınamaz rahatlığı yansıtmak istiyorum. Aslında yapıyorum da ehuah. Artık izlemiyorum haber maber (Bakıyorum sokak ağzına geçiş yaptın?). Gündemde ne var bilmiyorum. Bir gün olur da İstiklal'e işim düşerse, orada yürürken birisi bana gelip soru sorarsa "Bilmiyorum" diyeceğim gülümseyerek. Sadece kendi düşüncelerimle  doldurduğum (Sen öyle sanıyorsun belki de?!) koca kafama (evet çok büyük, ben gördüm) , sadece kendi istediklerimi alarak yaşayacağım. ne haber izleyip, ne gazete 3. sayfa haberlerindeki cinayet , cinnet, tecavüz haberlerini okuyup gerileceğim. Kendi ufak dertlerimle yeterince meşgulken (Ne derdi?! Tatil yapıyorsun!) öhöm, yeterince meşgulken gerilmeye ihtiyacım yok.