Bilgisayar ile, Uyku takımına karşı uzatmaları oynuyoruz şu anda ve kendi sitemi "Kötüye Kullanımı Bildir" diyerek şikayet edebileceğimi keşfettim. Bu anlamsız keşif, sanırım maçı kaybetmek üzere olduğumu(zu) gösteriyor.
28 Şubat 2013 Perşembe
İhsan Oktay Anar'dan "Puslu Kıtalar Atlası"nı bitirdim. Güzel diyorum kitaba, ama neden güzel dediğimi bilmiyorum. Kitabı 2 -3 günde bitirme isteği içimde fışkıran maydanozlar gibi yeşerdi sadece, onu diyebilirim. Böyle "fış" diye.
Oha dikkat ettim de, ne zamandır İtiraf ve Zafer yazmıyorum. Ben kendimi bu kadar mı unuttum yea. Aklıma gelen şeyleri defterime not edeceğim, sonra da buraya yazacağım.
Aferin sana.
Evet, aferin bana.
Aferin sana.
Evet, aferin bana.
Küçük Zafer : Gerçi bunu aylara yayılan bir sosyal ağ şekline düşünebilirim. Çalışkan arkadaşlara sahip olmak ve onlardan içinde bulunduğum stajla ilgili dolu dolu müşahhas metaryeller almak, zaferdir. "Şu derse şöyle çalış" tavsiyesi de değerlidir, ama elle tutulmaz.
Küçük İtiraf : Cerrahi stajında "yeşiller"i giyip, ameliyathanede fotoğraf çektirmedim ve bunu Facebook'a koymadım.
Tabletten ntvmsnbc'de haberler bakıyordum. Bir Avrupalı siyasetçi midir nedir, burkalı kadınların fotoğrafı ile çöp poşetlerini yanyana koymuş. Aradaki farkı bulun demiş Twitter'dan. Ne yapıyoruz? Üzülüyoruz tabi ki. Dünya üstünde başkalarının inancına ve giyimine saygı göstermeyecek insanlar olduğunu her zaman bilerekten. Egemen Bağış da buna karşı bir şeyler demiş, orası beni ilgilendirmiyor.
Haberi Yüce Google'dan arattırıp, korkunç gerçekle yüzleşmek istercesine ben kaşınmıştım, biliyorum. Başka yobazlar olduğunu öğrenmek istemiştim, biliyorum. Sonucu nedir? Daha fazla üzüntü. Farklı farklı haber kaynaklarına girerek, bizim Türk insanımızın bu giyim kuşama yaptığı yorumları okuyarak daha fazla üzüldüm açıkçası.
-(http://sozcu.com.tr/2013/gunun-icinden/carsaf-fotografi-bagisi-da-kizdirdi.html) Yorumlar, yorumsuz. İki üç tanesini okuduktan sonra dayanamadım. Nedenine sonra geleceğim.
- (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=TumYorumlarV3&ArticleID=1123106&PAGE=4) buradakiler daha mantıklı yaklaşmış olaya. Egemen Bağış'a da haklı olarak eleştiriler yöneltilmiş.
- (http://www.ntvmsnbc.com/id/25425232/). Burada da her türlüsünden yorum var. Okuyup yorumlamak bu metruk blogun okuyucusuna kalmış.
Peki neden yazdım bunları buraya? Benim içime dert olan ve haykırarak bağırmak istediğim iki üç gerçek var. Ama bağıramadığımdan, onları bu sessiz duvara yazmak, sanırım toplum sağlığı ve benim sağlığım için de en güzeli olur. Konuşma konusunda istidatım öyle aham şaham değil, yazı konusunda da iyi değilim aslında. Neyse ehueah.
1-) İnsanlarımız / insanlar, medyanın onlara koklattığı pis çoraplar ile, İslam'ı, dindarlardan değil, dincilerden öğreniyor. ("Sen ne kadar müslümansın sanki teres" diyebilen olur pekala, doğrudur. Aşamadığım merhaleler var kabul ediyorum). Sanıyorlar ki, dinde kadın-erkek eşitliği yok. Pratikte yapılan hataları - biz insanların yaptıkları hataları, İslam'ın insicam içindeki kuramsal düzlemine yüklemek, kara cahillerin (kc v1.0) yaptığı bir iş ne yazık ki ve eşini \ kızını ZORLA çarşaf altına sokan kara cahiller (kc v1.0a) de, bu cahillere prim veriyor ne yazık ki. kc v1.0 sanıyor ki, dinde kadına baskı yapmak vardır. La dinde canın istediği için karıncayı ezmek yok...
2-)Kara cahil olma konusunda en önemli adaylar ise, ideolojik maymunlar. Gözleri kapalı bir şekilde, medyanın sunduğu yemleri cuk cuk midesine indiren, at gözlüklerini maymun kafasına takıp da hayatına devam eden zihniyet, lütfen çık ülkemden. Hangi taraftan olursa olsun. Ben doktor olunca seninle uğraşmak zorunda olmak , moralimi bozuyor.
Öff gece gece ne dolmuşum. Dur Enes'i çağırayım bir ara.
23 Şubat 2013 Cumartesi
AXE Etkisi
İki gün önce AXE marka deodorant kullanmıştım. Hani sürünce kızların sizi çikolata olarak görüp, yemeye çalıştığı reklama sahip olan ürün. Gün içinde keskin gözlerimle (Sağ 3,5, sol 3,75 miyop) şunu saptadım ki : hiçbir kız beni kovalamadı. Belki köpek gibi davranırlar koşanı kovalarlar diye, kendim koşturdum. O kadar provoke etmeme rağmen, kimse kovalamadı beni. Kalbim kırıldı.
Ta ki dün gece özel numaradan beni birisi arayana kadar. Açtım telefonu, evrensel olarak herkesin kullandığı dili kullandım anlaşmak için. "Alo" dedim. Karşıdan ses gelmedi. Sonra Badem'den : "Bir an için ümitlendim, belki benim olursun diye" "Yalan aşka göğüs gerdim, yalan olsan da gel yine" şeklinde devam eden bir şarkısı çalındı telefona. Kime yüz verdim de yıkılmış bu kadar ehuah
Demek ki AXE işe yarıyormuş efendim. İspatlanmıştır.
Ya da sadece liseliler. Evet evet, liseliler.
Kendimi hapsettiğim depresyon çukurundan abes bir şekilde tek gecede çıktıktan sonra, küçük kararlar aldım tekrar.
- Haftaiçleri 8'e kadar bilgisayarın başına geçmek yok. Gerekirse uyuyayım, ama bilgisayarın başına geçmek yok. Dün başardım, bakalım bu hafta nasıl geçecek! Taraftarlar ayakta!
- Monster laptop siparişimi iptal ettim, kafamı rahatlattım. Ürünün geç kalması sorun değil, sorun bana yalan söylenmesiydi. Yalancılar para kazanmasın, kafamdan çıkıp gitsinler.
- Dün de 250 sayfa mı ne kitap okudum lan. Gerçi satır araları biraz fazla, ben onu 184 yaparım. Tam olarak hesapladım efendim doğrudur.
- Çekmeköy'e geçmem gerekiyor, ama üşeniyorum ehueah (v1.0)
- Cerrahi sınavına 3 hafta kaldı. Yumurtalar rektuma inmeden çalışmaya başlamak lazım!
- Defterime derste yaptığım bir kaç gözlemimi yazmıştım, ama üşeniyorum ehuah (v1.1)
- (http://tinyurl.com/b5hp7us) bu şarkıyı Facebook'ta paylaştım, niye kimse beğenmedi =((((
- Şaka şaka, umrumda değil. Yanlış anlaşılmalara yol açmayalım.
- Ha, bu arada : Tyria'dan sevgilerle! (Ama o mor boyalar nasıl gelmiş oraya bilmiyorum)
- Haftaiçleri 8'e kadar bilgisayarın başına geçmek yok. Gerekirse uyuyayım, ama bilgisayarın başına geçmek yok. Dün başardım, bakalım bu hafta nasıl geçecek! Taraftarlar ayakta!
- Monster laptop siparişimi iptal ettim, kafamı rahatlattım. Ürünün geç kalması sorun değil, sorun bana yalan söylenmesiydi. Yalancılar para kazanmasın, kafamdan çıkıp gitsinler.
- Dün de 250 sayfa mı ne kitap okudum lan. Gerçi satır araları biraz fazla, ben onu 184 yaparım. Tam olarak hesapladım efendim doğrudur.
- Çekmeköy'e geçmem gerekiyor, ama üşeniyorum ehueah (v1.0)
- Cerrahi sınavına 3 hafta kaldı. Yumurtalar rektuma inmeden çalışmaya başlamak lazım!
- Defterime derste yaptığım bir kaç gözlemimi yazmıştım, ama üşeniyorum ehuah (v1.1)
- (http://tinyurl.com/b5hp7us) bu şarkıyı Facebook'ta paylaştım, niye kimse beğenmedi =((((
- Şaka şaka, umrumda değil. Yanlış anlaşılmalara yol açmayalım.
- Ha, bu arada : Tyria'dan sevgilerle! (Ama o mor boyalar nasıl gelmiş oraya bilmiyorum)
21 Şubat 2013 Perşembe
Arada bitirdiğim kitapları neden yazmıyorum, bilmiyorum vallahi.
Monster Laptop Çilesi
Her şey ; "Neden oyun laptopu almayayım ki? Böylece hem ailemin yanında, hem de öğrenci evinde oynarım oyun!" düşüncesinin, beynimde tohumlarının yeşermesi ile başladı. Mantıklı geldi. Neden olmasındı ki? Böylece hem benim için oldukça anlamlı olan "Cuma gecesi oyun oynama gecesi" eski anlamını yeniden kazanacaktı, hem de ailemin yanında. Düşünmez olaydım, hayatta bir çok konuda o kadar pasifken bu konuda bu kadar aktif olmaz olaydım.
Tabi piyasayı araştırdım biraz. Şimdiki masaüstü bilgisayarım oldukça güçlü olduğu için, daha güçsüz bir laptop almak istemedim haliyle. En güzelini tadınca, bir kötüsü elime geçince razı olamıyorum kolay kolay. Tamahkarım belki de (şapkaları koymadım, affedin). Piyasa araştırması sonucu, istediğim özelliklerde bir laptop almak için en az 4-5 bin liraya gereksinim olduğunu görünce, alternatif arayışına girdim. Monster markasını biliyordum önceden, ama araştırıp kurcalamamıştım hiç. Bir bakayım dedim. Ticaret mantığı güzel kurulmuş : 1 - 2 ay önceden siparişi veriyorsunuz, oldukça ucuza getiriyorsunuz ürünü. Satıcı bu şekilde kaç tane getireceğini biliyor dışarıdan, ona göre getiriyor elinde mal kalmıyor, zarar etmiyor. WIN - WIN yani, hem satıcı hem de kullanıcı açısından. Ama pratikte durumun nasıl işlediğini yazayım ben size.
-18 Kasım 2012'de verdim siparişi. Ürünün gelme tarihi olarak 15 - 30 Aralık dendi. Heyecanlandı bu saf çocuk tabi, "1 ay sonra yeni bilgisayarım gelecek" diye. Günler geceleri kovaladı durdu.
- Tarih geldi, laptop gelmedi. Kendilerine ulaştığımda, "Bir erteleme yaşandı" dediler. Peki dedim. Sineye çektim. Yerli firmadır. Bir tarih aralığı verdiler. Ama şimdi unuttum onu, mazur gör okuyucu. Aklımda hiç bu kadar tarih tutmamıştım ki ortaokul tarih sınavından beri!
- Beklenen tarih geldi, günler geçti, laptop gelmedi. Kendilerine ulaştığımda, "7 - 15 Şubat arası teslim ediyoruz" dediler. Yine inandım tabi. Burada içine düştüğüm çok kötü bir psikolojik tuzağı ve adamların bunu nasıl kullandığını vurgulamak istiyorum : 1,5 ay bekledikten sonra, kendi kendime 1 - 2 hafta da beklerim herhalde diyorum. Adam da, ürünün gelmeyeceğini bilse bile, bana yakın bir zaman veriyor. Ben o zamana kadar da bekliyorum, sonra yakın bir zamana tekrardan erteleme yapıyor. Yine aynı döngüye giriyorum.
- O tarih aralığında, ürünün durumu ile bilgi almak için kendilerine ulaştığımda, "15 Şubatta kargoluyoruz! Cumartesi elinizde!" yalanını duyuyorum. Tabi kalp pır pır atıyor.
- Cumartesi gecesi, koynumda bir laptop yerine, boynumda bir yumru ile uyuyorum.
- Kendilerine her ulaşmaya çalıştığımda, bana geri dönüş yapılacağından bahsediyorlar. Gecikme tazminatı veriyorlar, gün başı 6,5 lira. Aradılar iki gün önce beni, adres teyidi aldılar ve ekran kartını muhtelemen kendileri karlı çıkacak şekilde yükselttiler. Ama umrumda değil açıkçası bu kısmı. Laptopumu alacaktım sonuçta! Hem de haftasonuna kalmadan! Yoksa yine aynı tuzağa mı düşmüştüm? Yok la işte, adam göndereceğiz dedi haftasonuna kadar.
- Zurnanın zırt diyip de, zurnacının ağzından tükürükler saçarak zurnayı fırlattığı kısma geldik. Liseden bir arkadaşım da aynı modelden sipariş etmişti ve ona mesaj attım hemen "Laptoplar geliyooor!" diyerek. Hani mutluyum, paylaşıyorum. O da benden alsın haberi. Ama onu aramamışlar. Konuştuk kendisi ile.
Arkadaşım : Aradım ben MeneS onları. Bana 15 mart dediler kargo tarihi?
Ben : Nasıl olur yea?! Bana haftasonuna kadar gelecek dediler , ben mi yanlış anladım acaba. Yoo hayır, haftasonuna kalmaz dedi lan işte adam.
A: Ben de onu söyledim adamlara, senin ismini kontrol ettirdim hatta listeden. 15 Mart gözüküyordu senin de.
Benim durumu düşünebiliyorsunuz tabi. İkinci kez, alenen yalan söylenme durumu var ortada ya da çifte standart. Bana gönderiliyor da o arkadaşıma neden gönderilmiyor? Ben devamlı arayıp sorduğum için mi? Sorun her ne olursa olsun, sakinleştirdim kendimi. Eve dönünce aramamı yapmaya karar verdim.
- Eve döndüm, aradım Monster'i. Telefon listesine kaydetmişim zaten. Dedim böyle böyle, ne iş? 15 Mart mıdır nedir bu? "Efendim size X'in numarasını vereyim oraya ulaşın" dediler. Verdiği o numarayı önceden 2 kere aramış ve ikisinde de cevap alamamış olduğum için, "Onlar beni arasınlar" dedim. 2 saat geçti. Dönen olmadı. Bir daha aradım Monster'i, ilgili yere bir daha her ne b*k iletiliyorsa ondan iletilmesini ve gün bitmeden geri dönülmesini "rica ettim". Dönmediler.
Peki vardığım sonuç ne? Beklemek, sevinmek ve üzülmek arasında dalgalanan duygu durumum, sanki yeterince dinamik değilmiş gibi. Saf yerine konarak söylenen yalanların içimde biriktirdiği öfke. Güven duygusunun getirdiği tahribat.
Ve işte, 21 Şubat 2013. 2 ay önce gelmesi gereken laptopum yok önümde ve bu bekleme süresini 15 Marta kadar da uzatmaya niyetliler galiba. Sağolun efendim ben almayayım. "Haftasonuna kalmaz" denilen laptopum önüme gelirse eğer Cuma'dan önce, amenna. Ama "Bir gecikme oldu efendim, Pazartesi elinizde olacak" denildiği anda bile siparişi iptal edeceğim.
Düzenleme : İptal ettim.
Tabi piyasayı araştırdım biraz. Şimdiki masaüstü bilgisayarım oldukça güçlü olduğu için, daha güçsüz bir laptop almak istemedim haliyle. En güzelini tadınca, bir kötüsü elime geçince razı olamıyorum kolay kolay. Tamahkarım belki de (şapkaları koymadım, affedin). Piyasa araştırması sonucu, istediğim özelliklerde bir laptop almak için en az 4-5 bin liraya gereksinim olduğunu görünce, alternatif arayışına girdim. Monster markasını biliyordum önceden, ama araştırıp kurcalamamıştım hiç. Bir bakayım dedim. Ticaret mantığı güzel kurulmuş : 1 - 2 ay önceden siparişi veriyorsunuz, oldukça ucuza getiriyorsunuz ürünü. Satıcı bu şekilde kaç tane getireceğini biliyor dışarıdan, ona göre getiriyor elinde mal kalmıyor, zarar etmiyor. WIN - WIN yani, hem satıcı hem de kullanıcı açısından. Ama pratikte durumun nasıl işlediğini yazayım ben size.
-18 Kasım 2012'de verdim siparişi. Ürünün gelme tarihi olarak 15 - 30 Aralık dendi. Heyecanlandı bu saf çocuk tabi, "1 ay sonra yeni bilgisayarım gelecek" diye. Günler geceleri kovaladı durdu.
- Tarih geldi, laptop gelmedi. Kendilerine ulaştığımda, "Bir erteleme yaşandı" dediler. Peki dedim. Sineye çektim. Yerli firmadır. Bir tarih aralığı verdiler. Ama şimdi unuttum onu, mazur gör okuyucu. Aklımda hiç bu kadar tarih tutmamıştım ki ortaokul tarih sınavından beri!
- Beklenen tarih geldi, günler geçti, laptop gelmedi. Kendilerine ulaştığımda, "7 - 15 Şubat arası teslim ediyoruz" dediler. Yine inandım tabi. Burada içine düştüğüm çok kötü bir psikolojik tuzağı ve adamların bunu nasıl kullandığını vurgulamak istiyorum : 1,5 ay bekledikten sonra, kendi kendime 1 - 2 hafta da beklerim herhalde diyorum. Adam da, ürünün gelmeyeceğini bilse bile, bana yakın bir zaman veriyor. Ben o zamana kadar da bekliyorum, sonra yakın bir zamana tekrardan erteleme yapıyor. Yine aynı döngüye giriyorum.
- O tarih aralığında, ürünün durumu ile bilgi almak için kendilerine ulaştığımda, "15 Şubatta kargoluyoruz! Cumartesi elinizde!" yalanını duyuyorum. Tabi kalp pır pır atıyor.
- Cumartesi gecesi, koynumda bir laptop yerine, boynumda bir yumru ile uyuyorum.
- Kendilerine her ulaşmaya çalıştığımda, bana geri dönüş yapılacağından bahsediyorlar. Gecikme tazminatı veriyorlar, gün başı 6,5 lira. Aradılar iki gün önce beni, adres teyidi aldılar ve ekran kartını muhtelemen kendileri karlı çıkacak şekilde yükselttiler. Ama umrumda değil açıkçası bu kısmı. Laptopumu alacaktım sonuçta! Hem de haftasonuna kalmadan! Yoksa yine aynı tuzağa mı düşmüştüm? Yok la işte, adam göndereceğiz dedi haftasonuna kadar.
- Zurnanın zırt diyip de, zurnacının ağzından tükürükler saçarak zurnayı fırlattığı kısma geldik. Liseden bir arkadaşım da aynı modelden sipariş etmişti ve ona mesaj attım hemen "Laptoplar geliyooor!" diyerek. Hani mutluyum, paylaşıyorum. O da benden alsın haberi. Ama onu aramamışlar. Konuştuk kendisi ile.
Arkadaşım : Aradım ben MeneS onları. Bana 15 mart dediler kargo tarihi?
Ben : Nasıl olur yea?! Bana haftasonuna kadar gelecek dediler , ben mi yanlış anladım acaba. Yoo hayır, haftasonuna kalmaz dedi lan işte adam.
A: Ben de onu söyledim adamlara, senin ismini kontrol ettirdim hatta listeden. 15 Mart gözüküyordu senin de.
Benim durumu düşünebiliyorsunuz tabi. İkinci kez, alenen yalan söylenme durumu var ortada ya da çifte standart. Bana gönderiliyor da o arkadaşıma neden gönderilmiyor? Ben devamlı arayıp sorduğum için mi? Sorun her ne olursa olsun, sakinleştirdim kendimi. Eve dönünce aramamı yapmaya karar verdim.
- Eve döndüm, aradım Monster'i. Telefon listesine kaydetmişim zaten. Dedim böyle böyle, ne iş? 15 Mart mıdır nedir bu? "Efendim size X'in numarasını vereyim oraya ulaşın" dediler. Verdiği o numarayı önceden 2 kere aramış ve ikisinde de cevap alamamış olduğum için, "Onlar beni arasınlar" dedim. 2 saat geçti. Dönen olmadı. Bir daha aradım Monster'i, ilgili yere bir daha her ne b*k iletiliyorsa ondan iletilmesini ve gün bitmeden geri dönülmesini "rica ettim". Dönmediler.
Peki vardığım sonuç ne? Beklemek, sevinmek ve üzülmek arasında dalgalanan duygu durumum, sanki yeterince dinamik değilmiş gibi. Saf yerine konarak söylenen yalanların içimde biriktirdiği öfke. Güven duygusunun getirdiği tahribat.
Ve işte, 21 Şubat 2013. 2 ay önce gelmesi gereken laptopum yok önümde ve bu bekleme süresini 15 Marta kadar da uzatmaya niyetliler galiba. Sağolun efendim ben almayayım. "Haftasonuna kalmaz" denilen laptopum önüme gelirse eğer Cuma'dan önce, amenna. Ama "Bir gecikme oldu efendim, Pazartesi elinizde olacak" denildiği anda bile siparişi iptal edeceğim.
Düzenleme : İptal ettim.
19 Şubat 2013 Salı
3
Yine tuttu beni ayağımdan, çekti en derin çukurların dibine.
Saat 3'te her ne olduysa, ansızın, aklıma düştün. Günlük rutine tutunma çabalarım her geçen gün daha da zorlaşır ve anlamsızlaşırken, yarın için herhangi bir ümit beslemiyor ve beklenti içine girmiyorken, "üzülsem nolur sanki" diye düşünmüyor değilim. Üzüntü geçer, eninde sonunda. Neleri unutmadım ki kim bilir şimdi hatırlayamadığım? Ama ruhumun içinde taşıdığım bir azabı, nasıl unutabilirim ki? "Kendimi" nasıl unutabilirim?
Uyudum saat 3'te. uyandığımda saat 8 miydi neydi. Arda başımdaydı. "Hasta mısın" abi dedi bana, sesindeki endişeyi hissettim. "Evet hastayım. Kafadan ve kalpten." demek istedim, ama ketumumdur ben, biliyorsun. Film izledik, unuttum kendimi. Film bitti, yine bilincim geri döndü bedenime, uyanırkenki gibi. Ve uyanırkenki gibi bir ağırlık üstümde, ruhumda. Yaptıklarımın ağırlığı. Senin gözyaşlarının ağırlığı. Yıllardan beri iyiliği öğütleyen ebeveyn ve dinimin aksini yapan ruhumun ağırlığı. Sesleniyor kalbim devamlı : "Pis adam seni. Zavallı. Korkak..."
İnsan nasıl kendine yenilir? Kalp ile beyin nasıl çatışır? Hangisi benim peki? Ne oluyor da yeniliyorum her geçen saniye... Dibe gidişimin sonu yok gibi. "Psikolog'a git"... Ne diyeyim, "ben seviyorum, ama ileriki yılllar beni endişelendiriyor"... "Tipik erkek"... Bilmiyorum nasıl olduysa işte, yenildim kendime. Nefret ediyorum kendimden, gözlerimden, vucudumdan. Ne resimlerdeki kendime bakabiliyorum , ne de aynaya. Beni yenen şeye mi bakmaktan kaçıyorum galiba. Canavar... ya da utanıyorum ondan.
Yine saat 3. Hafızam sana yaptığım kötülüklerle tazelenirken, ruhumdaki tüm enerji karışıp gidiyor gözyaşlarıma. Gün içinde dökemediğim ne varsa, burada. Ağrıyan gözlerimde, dudağımın kenarındaki gözyaşı kavsinde, çenemden damlayan tanede.
Bir gün derste Tahir görmüştü de sormuştu : "Abi yanağındaki beyaz beyaz bi' şeyler kalmış." diye. "Döküntüdür." dedim. Eve gidince farketmiştim, onların döküntü olmadığını. Önceki gece süzülen gözyaşlarından kalanlardı.
Ben eski kendimi geri istiyorum. Hayattan aldığım tadı istiyorum geri. Güneşi istiyorum.
Beni bozan ne ise bulmak istiyorum onu, arıyorum. Ama yok...
15 Şubat 2013 Cuma
Kanıtların İnkari
Gözlem 1 : Bugün Cerrahi dersinde, Umut Barbaros hocamız kaç kişinin sigara içtiğini sordu. Sair zamanlarda sigara içenlerin küçük bir kısmı el kaldırdı sadece. El kaldıranları sigara içtiklerinden dolayı değil, ama dürüstlüklerinden dolayı tebrik ediyorum buradan, o ayrı. Ama , kendisini o kalabalık içinde, herkesin bilmesine rağmen saklayan insanlara ise hayretle şaşakaldım (hayretle şaşakalmak?).
Gözlem 2 : Ders çıkışı yakın arkadaşlarımdan, sigara içen ve kendisini teşhir etmekten kaçınan arkadaşıma ("bir sınıfta hem almanca, hem ingilizce, hem fransızca bilen çocuk" gibi) neden kaçındığını sordum? Neymiş, hocalar sözlüde mahvediyorMUŞ. Muhtemelen öğrencinin teki , soruları bilememiştir zamanında, hocanın kendisini bırakmasını sigara içtiğini bilmesine bağlamıştır, o da yayılmıştır. Aksi varsa, KANIT varsa, tamam, kabul ederim. Ama öğrenci dedikodusu ile hareketlerime karar verecek kadar aklımı yemedim peynir ekmekle. Kepekli ekmek, evet. Geri döneyim, yani hocalar sigara içen öğrencilere sınavda çakıyorMUŞ.
Gözlem 3 : Tıp fakültesi öğrencisi olarak 1. sınıftan beri sistematik olarak sigaranın zararları üstüne dersler alıyoruz. Kısaca 4. seneye kadar gördüklerimi özetleyeyim : SİGARA B*KTUR. Ellemeyin lütfen. Bir de bunu tıp öğrencilerine söylüyorsun. Akademik ve klinik kanıtlar eşliğinde sunarak. Mümbit kafamız var ya bizim, bilgiler gelir girer. Tabi, tabi...
İBRETLİK SONUÇ : Sevgili Tıp fakültesi okuyan müflis arkadaşım ise, sigaranın ne b*ktan bir şey olduğunu evrensel olarak ispatlanmış olmasına rağmen sigara içiyor. Yani Pluton'a gidip orada 3 kafalı uzaylılara sorsak bile, söylerler bunu. Kanıtlar ortada. Gerçek, ortada.
Ama "sigara içtiğini eğer hoca öğrenirse ona sözlüde kötü not verip, kötü davranacak"MIŞ şeklinde bir dedikodudan dolayı, sigara içtiğini öğrensin istemiyor hocanın.
Sigara içip kendi vücudunun payandalarını bir bir sökerken kendisine olanlar / olacaklar düşünemiyor, ama sözlüde hocaların muamelesini düşünüyor, kendisiyle ilgili gerçeğin onlara yansımasında dolayı.
Reddit sayesinde kendi playlist'ime bir çok şarkı kattım. İşte o şarkıların büyük kısmı efendim :
http://www.youtube.com/playlist?list=PLJJuyiLbnbZdz6qh_qZvP3FYNZ6LBTM84
http://www.youtube.com/playlist?list=PLJJuyiLbnbZdz6qh_qZvP3FYNZ6LBTM84
12 Şubat 2013 Salı
Madem tıp sektöründen bahsediyorum, devam edeyim. En son sağlık politikasının doktorun değerini hem halkın gözünde , hem de banka hesaplarında aşağılara çektiğini bilmemiz gerekiyor önce. Gazetelerde bol bol hekime saldıran hastalar / hasta yakınları görüyoruz. Tabi bir de , bizim okulda durumun "ekzajere edilmesi"* söz konusu.
Bu iki sorun zemininde, bugüne kadar derslere giren tüm hocalarımız çamuru hükümete attılar. Kimse suçsuzdur demiyorum. Ama herhangi bir hoca çıkıp da çuvaldızı kendine batırmamışTI. Bugün, adını hatırlamadığım bir hocamız belirtti : "Bugün başımıza ne geliyorsa, hep geçmişte yaptıklarımız yüzündendir. Halktaki bu öfke, boşu boşuna yerleşmiş olamaz. Geçmiş yıllarda, biz yanlış yapmışız demek ki."
*Gönderme yapıyorum. Kendi yazıma. Ne kadar zavallıyım ehuah
Bu iki sorun zemininde, bugüne kadar derslere giren tüm hocalarımız çamuru hükümete attılar. Kimse suçsuzdur demiyorum. Ama herhangi bir hoca çıkıp da çuvaldızı kendine batırmamışTI. Bugün, adını hatırlamadığım bir hocamız belirtti : "Bugün başımıza ne geliyorsa, hep geçmişte yaptıklarımız yüzündendir. Halktaki bu öfke, boşu boşuna yerleşmiş olamaz. Geçmiş yıllarda, biz yanlış yapmışız demek ki."
*Gönderme yapıyorum. Kendi yazıma. Ne kadar zavallıyım ehuah
Girizgah
Dil konusunda hassasiyetimi bu metruk siteyi okuyanlar bilir. Okumayanlara da bir şekilde ulaştıracağım ileride, gazete ilanı ile falan, ya da bilinçaltı öğretme teknikleri kullanacağım. Dil konusunda bu kadar hassasken, öğreneceğim mesleğin mahir hocaları bana sığ-çeviri kelimelerle gelince ister istemez üzülüyorum ve kızıyorum.
"Reçeteyi repete etmek". Bunu iki gün önce duydum. Gelmiş, 45 - 50 yaşına adamsın. Konuşma böyle lütfen. Bak VF geliyor derinden derinden. Neden konuşmasın o hoca böyle? "Repete etmek"in, "Repeat"den gelmiş olduğunu bilsin ve "yeniden yazmak" ya da "tekrarlamak"ı kullansın. Reçete repete etmek nedir kardeşim! Anladım, "tıp dili" diye bir içi boş curcunadır gidiyor. Ama "repete etmek" olsa olsa, İngilizcenin -İngilizin farkında bile olmadan- üzerimizde uyguladığı asimilasyonun sonucudur. Daha nerde "repete etmek"i kullanıyoruz sorusunun cevabı : "Eee tıp dili bu!" ise, beni katran + tüy'e bulayıp atın denizlere. Sonra da üstüme BP petrollerini dökün, hani körfeze yayılanından. Ölmez isem bunu repete edin.
"Geçen gün namazı kılıyordum, yanlış kıldığımı farkettim... Sonra kalktım repete ettim namazı." Oldu mu? Namaz belki, ama cümle hayır.
Bir de şey vardır : ekzajere etmek. Bunu da açmayacağım. "Olayı abartmak" değil de , "olayı ekzajare etmek" diyorlar... Hem kelime israfı, hem de göçüp giden o dili bugüne kadar getiren adamların emeklerinin israfı.
"Tıp dili" deyince, akıllara gelen şey hususunda acilen bir şema çizilmesi gerektiğine inanıyorum. Yoksa neslimiz, Türkçe'ye akomode olamaz. O hocalarımız gibi kötü konuşurlar. Hepsi böyle değil tabi ki. Asla.
8 Şubat 2013 Cuma
3 Şubat 2013 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)