23 Nisan 2016 Cumartesi

Müzikli Hayat - 1

  Müzik konusunda upuzun bir liste ile geliyorum şimdi. Bazı şarkıların, gerek tarihsel, gerekse de duygusal açısından doğru-yanlış zaman içerisinde dinlemem ile, bende o anda yaşadıklarımla kenetleniyor şarkı. Eminim severek müzik dinleyen bir çok insanda bu durum böyledir. Kronolojik olarak bakmaya çalışacağım.
  Wintersun - Death and Healing - Ben daha küçükken, lise dolaylarında, kafamda insanlarla ilgili stereotipler vardı. Çünkü o şekilde öğretilmişti bize yıllar boyunca, o yaşta oturup bu genel öğretiyi sorgulayacak kapasiteye sahip değildim veya uygun miktarda yeni insanla tanışmıyordum ki nedense artık en sevdiğim şeylerden birisi haline geldi yeni birileriyle tanışıp hayata yönelik düşüncelerini, tutkularını öğrenmek. Sapmayayım konudan. "İyi" insan, "kötü" insan, "rapçi", "metalci", "bilmemneci" diye sınıflıydı insanlar kafamda. Kendimi hangi kefeye koyuyordum, onu bilmiyorum. Yakışıklı olmadığından emindim ama ehuah. Şimdi ultra bir bilgisayar mühendisi olan, eminim ki bu konuda gelecekte dünyada da tanınacak bir insan haline gelecek (sen ben değil, işle ilgilenenler arasında tabi ki ehe) arkadaşım, her nasılsa bu parçayı bana önermişti. Muhtemelen Guitar Hero muhabbetleri esnasında. Ben çok şaşırmıştım "aha adam metal dinliyor" diye, kafamdaki yüzü boyalı, simsiyah giyinen metalci tiplemesi uçup gitmişti bir anda. O an çok farketmemiştim belki ama, kıt kafam için önemli bir noktaydı bence. Şarkının daha ilk saniyesinden tutulmuştum zaten. Apayrı bir boyutta yazılmış, çalınmış, seslendirilmiş gibiydi. Hayatımdaki hesapları bu şarkıya göre yapar olmuştum. Mesela okuldan eve dönerken serviste 3 kere bu şarkıyı dinleyebiliyordum. Heyhat... (OSA1. Bu da arkadaşın sitesi. Bakıp bakıp ne kadar cahil olduğumuzu görelim diye ehe). Yine de bizimkilerin gözünde modemi yapıp, açılmayan bilgisayarı bir şekilde açabiliyorum, bu bile yeter "bilgisayar bilme"ye.
   Social Distortion - Story of My Life - Guitar Hero 3'ün bilgisayara gelmesi ile klavye ve ekran üzerinde müzisyen olmanın tadına varırken bu şarkı beni kendine bağlamıştı. Her gün okuldan gelip, servisten inip, bunu bir kere çalmasam olmazdı, o derece. Zihnimde hep lise yıllarının tatil dolu yaz mevsimleri canlanıyor şimdi dinlediğimde. Bol bol Team Fortress 2 oynamalar, köye gidip gelmeler, ÖSS denilen sınavın uzaktan duyulan tokmak sesleri falan...
   Badem - Sensiz Kalacak Bu Şehir - Cemaat okulunda bir aşk filizleyip, yasak olanın daha tatlı olmasından dolayı daha da artan ilk aşkın sarhoşluğu, sınav sonrası rehavettin içinde erirken, bana tokadı indiren sevgilimin başka şehirde üniversite okuyacak olması olmuştu. Zayıf olan özgüvenim, kendini aşkın sarmaşıkları içerisinde inşa ederken, bu haberin etkisini şimdi bile hissedebiliyorum. Çok üzüldüğümde sağ elimde olan belli belirsiz ağrıyı her bu şarkıyı dinlediğimde hissederdim. "İstediğim zaman taş-duvar kadar duygusuz olabilme" yeteneğimi bu sıralar kazanmaya başladım, son darbeyi de arkadaşımın ölümü koydu muhtemelen. Genel olarak Badem'in diğer şarkılarını da dinliyordum bu arada. Sadece bu değil.
  Trine - Dragongraveyard - Üniversite 1-2'de boş vakitten sürekli oyun oynuyordum. Okula gitmek için 6.30'da kalkmam gerekse bile, 2:30'da yattığım oluyordu sık sık. Bu "maraton"lar içerisinde Trine, oynadığım diğer oyunlardan sıyrılan yapısı ile dikkatimi çekmişti. Ben masal dinleyen veya masalları seven birisi olmadım hiç. Masalları güzel yapan şeyin ise, arkasındaki hayal gücü olduğunu da bu oyundan sonra farkettim. Oyunun beni içine soktuğu apayrı dünya, seslendirmesinden, grafiğine, sunumuna ve -tabi ki- müziklerine kadar, her yer, her şey, her karakter, iliklerine kadar masalları besleyen hayalgücü ile doluydu. Şimdi bu kadar anlatımdan sonra bu müzikleri daha çok neyle eşleştiriyorum acaba? Şaşırtıcı ama metrobüs yolculuğu ile ehuah. Okul-ev arası yolda bir süre boyunca sürekli Trine'nin müziklerini dinliyordum. Anımsattığı şey ve hissetirdiği duygular açısından bu kadar zıt bir varlık olamaz herhalde. İlginçtir ki, aklıma da en çok o metrobüsün orta noktasındaki döner yerdeki yaylanma geliyor. Nasıl spesifik bir anıysa bu artık.
  Muse - Time is Running Out - Bu parçayı da yine yolculuklarımın sonuna doğru dinlerdim. Genelde amfi, laboratuvar veya ders her nerede ise ilk gelenlerden biri olurdum. Metrobüste sıkışmamak için erken yolculuk ettiğimden dolayı. Öyle bir zaman aralığı ayarlamıştım ki, o vakitten 15 dakika sonra tıklım tıklım oluyordu metrobüs. Ama kendimi ayarladığım o vakitte şahaneydi... Elimde bir sürü 14 Mart amfisinin (Şimdi Aziz Sancar Amfisi olmuş) boş fotoğrafı var. Bir de bazen güneş ışığı amfinin girişindeki koridora vururdu, yol yorgunluğunu alacak kadar güzel parlardı yerden.
  Uygun zamanda 2.kısmı da yazarım inşallah. En azından 10 yıl içerisinde ehuah

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder