26 Ağustos 2012 Pazar

  Şuna dikkat ettim kendi hayatımda. Gecem bilgisayarımla ne kadar az doldurursam, aynı gecem ve müteakip günüm o kadar güzel geçiyor. Şimdi, kendi kendime bunun analizini yapacağım.
   Gece güzel geçiyor, çünkü erken yattığım için rüya görüyorum. Komik gelebilir ama, saat 4 - 5'te yatınca, rüya görmüyorum, göremiyorum. Oysa ki daha dün gördüğüm rüya, beynin kozmik (?!) düşünce yapsını önüme serdi : Ailecek araba ile gidiyoruz. Babam bir şöföre sinirleniyor yolda ve onun arabasına vurmak için sağa sola kırıyor direksiyonu. Ama arabaların gidişi bildiğimiz gibi değil, basbaya kayıyor hepsi. Dört teker yerine sanki buz pateni var altlarında. Sonra ne oluyorsa , ben kendimi dışarıda buluyorum ve yön algımı kaybediyorum. Tıpkı ben de arabaların hareket ettiği gibi hareket ederek -kayarak- sağa sola gidiyorum. Bir şey arıyorum, bilmiyorum ne olduğunu. Bizimkilerin arabasını arıyorum olsa gerek. Bir oraya bir buraya gittikten sonra, babam arıyor beni. Ama telefon yok. Nasıl oluyor bilmiyorum (telepatik güçlere sahip olduğumu biliyordum! O_O). Adresini veriyor ve ben de gidip otobüse atlıyorum. Sonra otobüste, duygusal film başlangıcı sahnesi oluyor. Arkadaki müzik yumuşak, azıcık hüzünlü. Ben dışarıyı seyrediyorum. Her tarafa yeşillik, ama yer şekilleri dünyadaki gibi değil. Sanki hem alttan , hem üstten, milyonlarca ton ağırlığındaki iğnelerle bastırılarak şekil verilmiş gibi. Sonra da uyanıyorum. Hoş, "Bunu mu gördün la erken yattın diye?!"  şeklindeki bakış açısını yadırgamam. Gerçek dünyayı yeterince sıkıcı bulan biri olarak, hayal dünyasında, renklerle, acayipliklerle ve masallarla dolu yerlerde durmak daha çok hoşuma gidiyor. O yüzden yani. Sadece rüyalarda ve az da olsa oyunlarda yaşayabiliyorum bu hissi.
    Neden gündür daha güzel geçiyor peki? Uyandığımda öğle güneşinin penceremden içeri giremeyen ama atmosferden yansıyarak odamı aydınlatan huzmeleri beni hüzünlendiriyor (Kendime not : "Huzmelerin Hüznü" adını tescilletir. Artık Huzme kardeşlerin dramını anlatan bir dizi mi oluur, yoksa duygusal bir foton belgeseli mi , orasını Allah bilir.). Zaten saat 12'de kalkınca günün yarısı gitmiş oluyor. Ama saat 10'da kalkınca aynı şeyi hissetmemem ilginç. 12'deki uyanışımı kaşarlı tosta benzetebilirim. 10'dakini ise, peçete ile yenen ve ellere yağ bulaştırmayan kaşarlı tosta benzetebilirim. Benzettim sanki? Üstelik uyuduğum uykunun da, ne kadar dinlendirici olduğu tartışılır. Tartışmaya açığım. Ben tartışmak istiyorum. Yazıdan çıkar mısın lütfen? Peki.
  Bu kadar hoşuma gitmesine rağmen, ironik bir biçimde, bu uygulamayı pek yapmamam da, oldukça "abes". Daha iki gece önce Diablo'da Barbar açtım bir tane. Normalde eski sevdiğim ile beraber oynayacaktım o karakteri. O plan yattı. Ben de kendimi enayi gibi hissettim ehuah.
  Biraz Diablo zamanı. Sen hala başlamadın mı resmi tasarlamaya?  Azıcık daha Diablo oynayayım, söz başlayacağım.
  

1 yorum: